Zaman zaman farklı konuları konuşmak zorunda olsak da, bugün dünyanın tek değişmeyen gündemi Filistin ve Mescid-i Aksa`dır. Türkiye`nin gündemi ise çözüm sürecidir. Dolayısıyla dünyada sürekli konuşulacak merkez Kudüs, burada ise Diyarbakır`dır.

Mescid-i Aksa, Yahudi ve ecnebilerin tasallutundan kurtulmadan; İslam ümmetinin fitne, fesat, katliam, işgal, sömürü ve zalim idarecilerden kurtulması mümkün değildir. Ahirette hesaptan ve azaptan kurtulmanın yolu da Mescid-i Aksa için taşıdığımız dert ve endişenin niteliğiyle alakalıdır. Çünkü namaz, mümini miraca, miraç ise Mescid-i Aksa`ya ulaştıracaktır.

Mescid-i Aksa ve Kudüs, bir mekân olmaktan öte şuurdur, bilinçtir, mana ve değerdir. Öyle ki çoğu Müslüman, belki Mescid-i Aksa`nın yeryüzü haritasında yerini bilmez ama Kur`an`da zikriyle, kalbinde muhabbetiyle bilir. Nerede ne vasıf ve gaye ile olursak olalım, büyük dairedeki hedefimiz, Kur`an, Mekke, Medine, Kudüs, Mescitlerimiz ve kardeşlerimiz gibi İslam`ın şiarlarına sahip çıkmak ve bunun mücadelesini vermekten başka nedir ki?

Nefsimizi, Selahaddinî bir ruh ile öyle tezkiye etmeli (idik)ki gülüşümüzün ilk kıblesi Mescid-i Aksa, olmalıydı. Yürürken, uyurken, toplarken, toplanırken hakeza tüm fiillerimizin ufku, Aksa`nın kurtuluşuna bakmalıydı. İnşallah o kıvama gelişimiz yakındır.

Gelelim ülkenin yerli gündemine. 6-7 Ekim olaylarından sonra, bitti bitiyor blöflerinin ardından sürece devam denildi. Neyi, ne kadar, ne zaman ve kimlere vadettiği meçhul bırakılan bir çözüme devam denilmesinin inandırıcılığının bir hayli zayıfladığı ortada. Malum, geçen ay yaşanan şehir eşkıyalığının arkasında Öcalan`ın olduğuna işaret eden devlet yetkililerinin bundan sonra kendisiyle hangi şartları konuşacağı da merak konusu.

Öte yandan Kandil`dekilerin ikide bir, ‘mahalleleri ele geçirin` talimatlarını ve ‘şu anda birçok semt kontrolümüzde` şeklindeki beyanlarını sokak çetelerinin ispatlama girişimi de sürecin neresine konacak o da belli değil. Hükümetin sergilediği tavır, kitleler tarafından bugün acizlik diye okunsa da yarın bunun kasıtlı yapıldığını saklama imkânı kalmayacaktır.

Gençlerini kendisine askerlik yaptırıp, vergi aldığı bir halkın sokağını kontrol edemeyen, kendi memurunun dahi can güvenliğini sağlayamayan bir hükümetin/devletin süreçle birlikte sergilediği tabloda acizlik yoksa kasıt vardır. Devlet denilen aygıtın ne olduğunu bilenler için acizliğin mazeret olmayacağı da aşikardır.

‘Öcalan`a ve örgütüne mecburuz` söylemi, sürecin asla çözüm getirmeyeceğini de ifade eder. Hem ‘iki seçimi böyle atlattık, önümüzdeki seçimi de aynı böyle alavere dalavere ile atlatırsak sonrası için Allah kerimdir` tavrı ile neyi çözebilirsiniz ki?

Ülkenin en büyük meselesinin en güçsüz hamlelerle, küçük adamlar ve basit adımlarla çözüleceğini iddia etmek de zaten çok gerçekçi değildir. Mesele, ne batık bir bankanın fona devredilme meselesidir ne de dinleme gibi kripto bir takım faaliyetlere bulaşmış bir yapıyla mücadele meselesidir.

Ülkenin doğusundan batısına herkesi doğrudan ve dolaylı ilgilendiren bir sürecin aksayan yerinde, şöyle bir düşünüp ‘nerede hata yaptık?` demek gerekirken hiçbir şey olmamış gibi yola aynı usulle devam etmek, beslenen ümitleri iyiden iyiye köreltmiştir.

Eskiden devletin kirli yüzünde Jitem vardı, devlet hesabına çalışan çeteler vardı. Maalesef bugün süreçle birlikte gelinen noktada da bu iş karşı tarafa ihale edilmiş gözüküyor. Yani devlet adeta, ‘geçmişte bu çete işini biz yaptık bu sefer de siz yapın` demiştir.

Hâlbuki halkı sürece dâhil etmedikçe, yalnız yakıp yıkan bu çetelerle, filan kimseler üzerinden görüşmekle hiçbir sonuç alınmayacağını en başta hükümetin kendisi iyi bilmektedir. O yüzden sürecin tekrar devam ettiğine dair açıklamaların çok da karşılığı yoktur çünkü halkın yok sayıldığı bir çözümde hayır yoktur.