Size yapılan haksızlıkların ortadan kaldırılmadığı gibi yeni zulümler icad edildiğini görür ve size önceden güvence veren, çözeceğini taahhüd edenlere, ısrarla; niye? diye seslenirsiniz, bırakın cevap almayı, kaale bile alınmazsınız. İçlerinden iyi niyetli olanları ise, mazeretlerini sabır tavsiyeleriyle takdim ederler.
Ama gelin görün ki, başımıza gelen, her musibetin kaynağını kendi nefsi kusurlarımızda arar isek, seçilen idarecilerin keyfiyetini anlamak kolaylaşır.
Hani evliyadan birisi bir beldeye yerleşmiş tazim ve hürmet görmüş. İnsanlar uzaktaki çeşmeden tulumlarla su taşırken, bu zatın küçük oğlu da, elindeki çivili değneği tulumlara batırır ve tulumlar eve varana kadar boşalırmış. Evliyaya hürmetten dolayı sabreden insanlar, sonunda huzuruna varıp durumu arzetmişler. Hiç haram yemeyen bu zat, eşine sorar. Eşi ise, çocuğa hamile iken komşunun bahçesinde oturduğunu ve elindeki örgü mili ile ağaçtan sarkan şeftaliye batırıp diline sürdüğünü, bunun dışında başka bir şey hatırlamadığını söyler. Komşudan helallik diledikleri anda çocuk elindeki değneği atar.
Fedakarlıklar sonucunda bir mekana kavuşur ve İslami seminer yaparsınız, gelmeyen bazılarına neden? dediğinizde, işlerinin yoğunluğundan ve yorgunluğundan yakındığını görürsünüz.
İnfak olmadan hiçbir İslami çalışmanın sağlıklı yürümeyeceğinden hareketle, düzenli infakta bulunmayan bazılarına, niçin? diye serzenişte bulunursunuz, işlerinin çok kötü olduğuna sizi inandırmak için çok etkileyici konuştuğuna şahit olursunuz.
Kuran okumanın faziletini, hele de derdi İslam olanlar için zorunluluk iken, çok nadiren Kuran okuyan bazılarına, ‘Nasıl olur?` dediğinizde, hemen vaktinin müsait olmadığını, pişmanlıkla karışık cümlelerle anlatmaya çalıştığını duyarsınız. Dolayısıyla Hadis-i Şerif, Tefsir, Siyer, Fıkıh, Risale ve diğer İslami kaynaklar için artık, neden diye sormanızın da pek fazla anlamı kalmaz.
Ziyaretleşmenin, bir araya gelip dertleşmenin, hüznü ve sevinci paylaşmanın önemini çok iyi bildiği halde evinden işine, işinden evine gelip gitmekten başka hiçbir adım atmayan bazılarına, siz daha sebep sormadan ‘vallahi haklısınız gelemiyoruz` türünden size söz hakkı bırakmayan ustaca mazeretlerle susturulursunuz.
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz” şeklinde Efendimiz`in (sav), mucizevi bir anlatımla özetlediği, aile ve çocuklarımıza sahip çıkmak için, hele de en son kale olan ailenin de şeytanlar tarafından tamamen ele geçirilmek üzere olduğu bir dönemde, aile ve çocuklar için düzenlenen faaliyetleri ve etkinlikleri umursamayan bazılarına, ‘lütfen` diye rica edersiniz ama sudan bahanelerle uğurlanırsınız.
Ve Kuranın örtünme emri için seferber olursunuz, edep, ahlak, iffet, terbiye ve tesettür dersiniz. Asiye, Meryem, Hacer, Hatice, Fatıma, Zeynep dersiniz. Hepsinin iman, iffet ve İslam`ın izzeti için zorbalara ve zorluklara direnerek o yüce makamlara geldiğini, kıyamete kadar da şanla şerefle yad edildiklerini, milyarlarca insanın modeli, örneği ve rehberi olmaları hasebiyle; ‘bacımız veya kızımız neden bu kervanda olmasın ki` dersiniz ancak bu sefer, suskunluğun da mazeret olduğunu anlarsınız.
Velhasıl, tulumlara batırılan çivili değnek için mazeretlere sarılmak yerine örgü milinin batırıldığı meyvelerin sahibine gitmek daha evladır.