Siz de o haberi görmüşsünüzdür. Japonya’da son 10 yılda 285 öğrenci tez konusu olarak alevi-bektaşi inancını seçmişler. Ve paylaşımlarda Pir Sultan Abdal’ın şiirlerini buradaki sanatçılar kadar profesyonel biçimde sazla söyleyecek seviyeye geldikleri gözüküyordu. Onları bu işe motive eden şeyin sadece bir akademik çaba olduğunu bile farz etsek gerçekten ilginç bir adanma değil mi?

Onlar yedi kat yabancı bir kültüre bu kadar odaklanırken bize “işte yine japonlar” dedirtiyorlar ve buna artık şaşırmıyoruz.

Peki yedi kat değil yetmiş kat bizden olan Kudüs’ün, Filistin’in, Gazze’nin, Suriye’nin diline neden biganeyiz ve neden bundan bu denli müstağniyiz bilen var mı?

Allah azze ve cellenin Kitabının diline bu kadar ilgisizliğin mantıklı bir izahı var mı?

Peygamber’in(sav) kelamının aslına bu derece kayıtsızlığın makul bir gerekçesi var mı?

Tamam, "Lisânu'l-hâl entaku min lisâni'l-makâl" demişler. Yani “hal dili, konuşma dilinden daha etkilidir.” Gazze’nin lisan-ı hali gayet açık anlaşılıyor da lisan-ı mekalini anlamaya hiç mi lüzum yok?

Ebu Ubeyde’nin “berran, bahran ve cevven” sözünü sevdik. İyi de devamındaki “Fekad a’dedna leküm asnafen minelmevt” cümlesini anlamak için çaba harcamak niye gereksiz olsun?

Mazlumun dini, dili sorulmaz.

Eyvallah, yalnız mevzu farklı.

Bu mazlum, seksen senedir tanıdık, bildik bir coğrafya.

Hem sıradan bir diyar değil.

Mescidi Aksa’nın beldesi.

Üstelik, onların dili aynı zamanda, duamızın, ibadetimizin, ilmin, ulemanın, sahabenin dili.

Şehid İsmail Heniyye’nin “len ne’terife biisrail” sözünü çevirmeden kavramak hakikaten kıymetli ve lezzetlidir.

Kadim bir usuldür: “Ma la yüdrakü küllühu, la yutrakü küllühu.”

Yani “Tamamı, hepsi, bütünü, mükemmel seviyesi elde edilemeyen bir iyilik komple terk edilmemeli.”

Ana dilini öğrenmeye çok mecbur olmadığınız birine kendi dilinde bir iki kelime söylemek bile onu sevindirirken, neredeyse zaruri derecede ihtiyacımız olan Arapça ile mazlum kardeşlerimize bir iki cümle söylemek ya da dinlemek az bir şey midir?

Şimdi üç aylardayız.

Vakti bereketli, ameli mübarek, niyeti makbul bir zaman diliminde.

İmkanların, meseleyi bu kadar kolaylaştırdığı ve bunun da şükür istediği bir dönemde kendimize bir söz versek; “nereye kadar varırsam varayım şu mübin dili çalışacağım” desek ne kaybederiz?

En azından ayet-i kerimeleri okurken anlayacak kadar bir çaba ve gayrete kendimizi şartlandırsak..

Denir ki, Risale-i Nurlar yazılıp, matbaada da basılırken, eserde geçen ayet-i kerimelerin meallerinin verilmesine Üstad izin vermemiş, sebebi sorulunca; “bu ayetlerin meallerini anlamayanlar, bizim eserimizi de okumasın.” O yüzden eski baskı külliyatlarda ayet mealleri bulunmuyor.

Gazze’deki katliamın dünyada etkilemediği insan neredeyse kalmadı.

Bunu üç sınıfta ele alabiliriz.

Birincisi, insanlıktan zerre nasipleri olmadığı için bu hadise ile inkarları, zulümleri ve cehennemleri artanlar.

İkincisi, hidayet bulan ya da insanlığını sorgulayanlar.

Üçüncüsü, imanı ve derdi kuvvet bulanlar.

O üçüncü grupta olduğumuza göre, belki bu vesileyle Allah-ü Teala, yardım eder de o kardeşlerimizle ortak olan dili daha rahat öğrenmeyi nasip eder.

Tevekkül ile bir daha ya Hu..