Hakikaten çok garip hadiselere şahitlik ediyoruz. Taş taş üstünde kalmayan, 13 yılda altı yüz binden fazla kişinin öldüğü ve 26 milyonluk nüfusun üçte birinin savaş nedeniyle komşu ülkelere sığındığı Suriye’nin öyküsü mesela.

Sığındıkları diyarda muhacirler, haftalardır bayram yapıyorlar. Sevinçlerinden burada kimi zaman karşılaştıkları faşist muameleleri bile unutmuşlar, sürekli Türkiye’ye ve Sayın Cumhurbaşkanına dua ediyorlar.

Bir yandan memleketlerine bir an önce dönmenin hesabını yaparken, öte yandan da Saddam öldükten sonra uzun süre buna inanamayan ve Amerika’nın onu öldürmediğini, bir gün başlarına geri musallat edeceğini zanneden mazlumlar gibi üzerlerindeki tedirginliği atmaya çalışıyorlar.  

Bu nedenle Ankara’dan üst düzey yetkililerin sıklıkla Şam’daki yeni yönetimle verdiği fotoğrafların bu gayeye matuf olduğu da gözlerden kaçmıyor.

13 yıl. Dile kolay. Düşünün yüzbinlerce çocuk burada okumuşlar, buradaki insanlar gibi konuşmaya ve düşünmeye alışmışlar. Hem on binlercesi burada ticari ve sosyal bağlar kurmuş, değer üretmiş, değer katmış, değer almış sonra bu birikim ile kendi topraklarına dönmüşler. Bunun Türkiye lehine ortaya çıkaracağı sinerjiyi herhalde maddi kıymetlerle ölçmek zordur.

Siyasi olarak bundan öncesi ve sonrası şöyle kenarda dursun Türkiye’de vaktiyle dört milyonu bile aşan şu “Suriyeli göçmen” olgusuna imtihan penceresinden bir daha bakalım.

Bir kere dil alışkanlığı dahi olsa her “Suriyeli” deyişimizde iman sandukamızın içindeki çok hassas kimi kristallerin çizildiği bir vakıaydı. Çünkü zamanında araya sınır çizen emperyalistler, onları son demde buraya zorladıklarında okuldaki küçücük dimağlara “Suriyeli” etiketiyle “o bizden değil” dedirtmişlerdi. Dünyaya küçücük pencereden bakan çoğu emekliye de “Suriyeli” yaygarasıyla “maaşım onlar yüzünden az” vesvesesi vermişlerdi.

Sahi burada kaldıkları sürece sadece kendilerinin değil buradakilerin de amel defterlerini hayli doldurmadılar mı?

“Bunlar nasıl olsa sığınmacı, çalışmaya mecburlar” deyip de çok düşük ücretle onları sömürenleri, o mazlumlar, son sevinçleri hatırına affetmişler midir bilmiyoruz. Peki Allah da affetmiş midir?

Oturulmayacak yerleri onlara yüksek fiyattan kiraya veren fırsatçıları, her hareketlerinde bir aşırılık bulmaya çalışan rahatsızları, bir takım iftiralarla fitne yayıp bazı şehirlerde eli sopalı, gözü dönmüş itlerini üzerlerine salan haydutları diyelim ki, Halep’li Mahmud affetti. Peki ya o Mahmud’un Rabbi; “Çanakkale’de şehid olup Gelibolu sırtlarında medfun beşyüzden fazla Halep’li şehid de affetmeli” derse ne olacak?

Ve sırf Suriyeli denilerek canları ucuz sayılan, kimisi kaza süsüyle, kimisi kavga bahanesiyle, kimisi sapık katillerin cürmüyle katledilen o kimsesiz gariplerin ahıyla mahşere varılınca Hak Teala; “onlar benim misafirimdi, size emanet etmiştim, böyle mi karşıladınız” dediğinde cehennem; “hel min mezid” ile sağa sola bakınca ne olacak?

Tamam, güzel şeyler belki çok daha fazla ancak iyi bir imtihan olmadı vesselam.. Kendilerini dindar gören çoğu kimse de bu sınavdan geçer not almadı..

Ve ortada tuhaf bir manzara var: “Suriye’lilerin” gidişine en çok sevinenler onların dua ettiği iktidar cenahı.

Bu nasıl oluyor diyeceksiniz. Bir kere ultra seküler, katmerli şövenist, kökten dinsiz, zır ırkçı tayfa, “Suriyeliler’in” gitmesiye bütün siyasi ve ideolojik sermayelerini yetirecekler, eşek arısı sokasıca dillerine dolayacakları bir malzemeleri kalmayacak. O yüzden onlar vaziyetten çok da memnun değiller.

Onların sırtından para kazananların da tezgahı bozulacak.

Bir de onlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparken, bir anda devletlerinin olduğunu görenler zaten haftalardır kahırdan şarap, rakı ne varsa dibine vuruyorlar.

Yalnız yukarıdakilerin aksine onların gidişine menfaatten değil kalpten üzülecek olan birileri var: Camiler. Çünkü bir çok yerde camiler, onların sayesinde dolmuştu. Hem onlar sadece camiden değil örtülerinden, tesettürlerinden de hiç vazgeçmediler.

Çok şey öğrettiler. Çok kimseyi ifşa ettiler.

Ve yığınla ders ibret bıraktılar.

Mevla onların bedduasını değil hayır duasını nasip eylesin.