İslam ülkeleri liderlerinin her toplanması ümmete umut verir. Çünkü bu buluşmalar, “birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” hakikatini anlatan nice Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifi satırda bırakmama çabası gibi gözükür.

İster her parçanın kendi içinde yaşadığı sıkıntılar olsun, isterse kendi dışındaki meseleler olsun, bunlara birlikte çözüm aramak öyle bir ilaçtır ki, kaf dağının ötesinde dense yine gidilir.

Son yüzyılda birbirlerine tattırdıkları devasa acılara rağmen bir araya gelen Avrupa’nın birlik tecrübesini öğrenen çocuğun; “biz neden onlar gibi yapmıyoruz” dediğinde hiçbir cevap bulamayan büyüklerin küçücük mezarlarda unutulup gittiği gerçek öyküden “bu mümkün” diye yazılıp oynanmış bir film bile olsa heyecan vermez mi?

“Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin.” (Âl-i İmran 103)

Her müslüman halkın anayasasının birinci maddesi bu ayet olmalı değil miydi?

Her politika buna göre belirlenmeli, her yol haritası buna göre çizilmeli değil miydi?

Her şaşırıp da birbirimizi kurda kuşa yem ettiğimizde aldığımız dersin hicabıyla yine bu ayetin kucağına varmalı değil miydik?

Her perişanlığımızın, her yenilgimizin, her korku ve endişemizin asıl sebebinin bu ayetin aksi ile amel etmek olduğunu bilip aklımızı başımıza almalı değil miydik?

Her peygamberin (asm) ve her evliyanın asfiyanın bu konudaki tavsiyesini mesela Üstad Bediüzzaman’ın “bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslamdır” şiarını baş tacı etmeli değil miydik?

Her eski yeni ihtilafa, birtakım fitnecilerin körüklemesi ile dalmak yerine, şeytan ve dostlarına karşı, musibetlere ve zorluklara karşı sırt sırta omuz omuza vermeli değil miydik?

İslam İşbirliği Teşkilatı güzel bir denemeydi fakat maalesef, başladığı gibi gitmedi, büyük bir hayal kırıklığı tablosuna dönüştü.

Sonra merhum Erbakan Hoca’nın girişimiyle başlayan D8 ülkeleri projesi ile bir kez daha umutlandık. Elbette ki bu teşkilatın üyelerinin birbirine ekonomik anlamda en ufak bir katkısının olması da kıymetli.

Ancak ortada büyük bir yangın var. İçinde her gün çoluk çocuk yakılıyor. Evvela bunun söndürülmesi gerekiyor ki, toplanma hikmetli, mantıklı ve faydalı olsun.

Yoksa yine batıyı dürüst olmamakla suçlayıp, bol israil kınamalı hamaset mesajlarından sonra servis edilen zirve fotoğraflarının inanın hiçbir çekiciliği olmadığı gibi kitlelerde artık tiksinti uyandırıyor.

Minicik bile olsa siyonist rejimi ve arkasındaki diğer şer güçleri durduracak, en azından zora sokacak sadra şifa somut bir adım atamadıktan sonra o gösterişli fotoğrafların, nümayişlerin, gülüşlerin hiçbir alıcısının olmadığını kimse kendilerine söylemiyor mu?

Ve maalesef çaresizlik üreten birliktelikler, ayrılıklardan çok daha fazla yüz kızartıcıdır. Çünkü bunun şöyle subliminal bir mesajı var: “Biz ayrı iken hiçbir şeyi halledemediğimiz gibi bir araya gelince de hiç bir şeyi değiştiremeyiz.”

O zaman, müslüman devletlerin başındakilerin birlikte ne yaptığına çok da takılmadan İslami camiaların birlikteliğine odaklanmak en doğrusu oluyor.

Demek ki, takdir-i ilahinin seyri bundan böyle doğrudan devletlerin etkili olacağı bir zeminde değil, dava ehli grupların gayretine kaymış gözüküyor.

Dünyanın geleceğinin küçük zannedilen ama büyük bedeller ödeyen muvahhid cemaatlerde olduğu anlaşılıyor.

Süper devletlerin o cemiyetlere mahkum ve mecbur kaldığı bir dönem bu.

Buna, nice az topluluğa Allah azze ve cellenin galibiyet için izin verdiği devirlerin tekrarı da diyebiliriz.

Şimdi düşmandan gayrı kibire kapılmadan bir daha hatırla ki:

“Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!”