Geçenlerde beş yaşındaki akraba torununun satrançta önüne çıkan herkesi yendiğini söylediler. O yaşta strateji, taktik ve karşı hamleleri tahmin etmeye odaklanmak nasıl olur? Gerçi Mikhail Osipov da 4 yaşındaydı galiba. Şu şampiyonlarla karşılaşıp meşhurları yenen çocuk. Allah vergisi demekten başka hiçbir izahı yok..

Satranç üzerine felsefe kitapları yazmışlar. Satrancın oynandığı altmış dört karelik zemin, sonra taşların her birinin hayattaki izdüşümlerini filan yorumlamışlar.

İlginç şeyler söylemişler hani. Kimi fili piskoposa benzetmiş kimi gerçek file. Kimi veziri kibirli görmüş, kimi atı, oyunun asil figürü. Gerçekten üzerine çokça konuşmayı hak eden bir oyun. İnsanın en değerli sermayesi olan vakti zayi etmeseydi ve -adı üstünde- bir oyundan ibaret olmasaydı herhalde tavsiye edilmesine şaşılmazdı.

Öte yandan kaybeden için tam imhayı netice veren bir sonla bittiğinden, satranç için acıma hissine karşı bir risk taşıdığı da söylenebilir. Çünkü mesela futboldaki gibi finalde kazanan takımın birinci, diğerinin ikinci olması gibi bir paye yok. Şahı mat olan taraf komple yok oluyor. Elinde veziri, kaleleri, filleri, atları ve sekiz tane piyonu da kalsa, bunların artık hiçbir anlamı kalmıyor.

Siyonist terör rejimi de düşmanlarına böyle bakıyor. Şahlarını mat edersem, yani öldürürsem diğer oyuncular devre dışı kalır diyor ve her defasında yanılıyor.

Bunlar meseleyi Calut’un ölümüne benzetiyorlar. Lider, komutan, imam, şeyh, halife, peygamber gibi önde olanlar ölürse arkadakiler fiilen, ruhen, hakikaten bitecek zannediyorlar. Ve sonunda satranca benzettikleri mücadelede düz mantıklarının yani uğursuz zanlarının kurbanı oluyorlar.

Şimdi Türkiye’de de başka bir satranç başlamış durumda.

Meclisin yeni dönem açılışında Bahçeli ile DEM’liler arasındaki yakınlığın, aslında oyuna başlarken taşların dizilmesinden ibaret olduğu daha net anlaşıldı. Ve “Öcalan gelsin meclise, DEM grubuna konuşsun” cümlesi ile ilk hamle yapıldı.

Peki bu söylendiği gibi Kandil’in arkasındaki güçlere yani Amerika’ya doğrudan şah mı çekmektir? Ya da bu, yeni formatlı bir çözüm süreci ise, geçen hafta neden AK Parti’den Efkan Ala, “gündemimizde yeni bir çözüm süreci yok” dedi.

Bu defa kurgu, Öcalan’a “silah bırakın” çağrısı yaptırmaktan ziyade “devletinin hizmetinde” olduğunu bizzat kendisini dinliyormuş numarası yapanlara onun dilinden söyletmek ise, o imralı sakini bunu ilk yakalandığında da, mahkemede zaten söylemişti, ne değişti? ne değişecek?

“Kullanma” pragmatizmi üzerine Kemalist tayfadan hiç ders almamış bir eda ile ikide bir “tecrid kaldırılmalı” diyenlere inanıp içinde öcalan geçen senaryoların tutacağına inanırken devletlerin de bir kere değil çoğu zaman akıl tutulması yaşadığı gerçeği ile tekrar yüzleşmiş olursunuz.

Diyelim ki, “satrançta şah çekerken gaye her zaman mat etmek değil, şahı köşeye sıkıştırıp rakibin vezirini veya kale gibi diğer önemli bir taşını almaktır” dediniz. Ama taşını almaya çalıştığınız taraf, Türkiye’nin stratejik müttefiği olan Washington. Onların da kimleri, nasıl suya götürüp susuz getirdiklerini yeniden test etmenin bu ülkeye şimdiye kadar hiçbir kârı olmadı?

Peki Bahçeli’nin çıkışı, kendi tabanı için de risk değil mi? Bu noktadan bakınca mevzu üzerinde çalışılmış olduğu gözüküyor.

Şimdi ocaktaki siyaset kazanının altı sonuna kadar açılmış oldu. Uzun süre fokur fokur kaynayacak gözüküyor.

Bu adımın Amerika’daki seçimlere ve işgal rejiminin Suriye’ye girdiği zamana denk getirilmesi de herhalde yazılıp çizilen hususlardandır.

Davası ilahi olanın şahı, şahıslar değildir de, laik Kemalist bir devlet için satrancın acımasızlığını reel politik ile yok saymak mümkün müdür?

Şimdi Osipov ya da Carpov, bakalım kim hangi taşı verecek?