İmam Rabbani Hazretleri’nin Mektubat isimli eseri tasavvufi bir eser. Ancak gerçek şahıslara yazdığı mektuplardan derlendiği için tespit ve tavsiyeleri oldukça önemli.
Niyeti iyi olan bir müslüman validen bahsederken; “Salih bir valinin, idaresi altındakileri ilgilendiren bir kararı mühürlemesi avamdan bir kimsenin altmış yıllık nafile ibadetinden daha üstündür” diyor. Çünkü o imzaladığı belgenin silsile halinde ortaya çıkaracağı sonuçların hepsinden o idareci de nasibini alacaktır.
Bediüzzaman da bu konu üzerinde çok durur. “Essebebü kel fail” (sebeb olan yapan gibidir) sırrını tekrar eder.
Hatta Üstad meseleyi biraz daha inceltir. Bir keresinde elektrik işçilerine şöyle demiştir:
“Bu elektriğin umum millete büyük menfaati var. O umumî menfaatten hissedar olabilmeniz için farzınızı kılınız. O zaman bütün sa’yiniz (çalışmanız) uhrevî bir ticaret ve ibadet hükmüne geçer.”
Yani sadece devlet yönetimi değil, toplumun faydasına olan bütün işlerdeki gayreti bu büyük mükafata dahil ediyor, tabi farz namazın kılınması şartıyla.
Bu tespitlerin elbette ki sağlam dayanakları var. Mesela Riyazüs Salihinde, Resulullah(sav)’in, “ümmetin Yusufudur” diye övdüğü Yemen’li sahabi Cerir b. Abdillah’ın naklettiği şu Hadis-i Şerif gibi:
“Kim İslam’da iyi bir çığır açarsa açtığı o çığrın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de islamda (müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığrın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından birşey eksilmeden ona aittir.”
İşte siyaseti anlamlı kılan, onu İslamın hizmetinde bir araç haline getiren saik de budur: Güzel bir çığır açmak. Hayra vesile olmak. Halkın yararına bir yol açmak, toplumun ilerlemesi ve gelişmesine katkıda bulunmak, imkân üretmek, kolaylaştırmak, zulüm ve eziyeti önlemek.
Çığır açmak diye çevrilen “senne” yani “sünnet” mefhumu hem Sünnetullah denilen kevnî yasaları çağrıştırdığından hem de Sünnet-i Resul denilen bireysel ve sosyal pratiği nazara verdiğinden çok güçlü bir kavram. Fetih gibi, medeniyet gibi, tarikat gibi, cemaat gibi.
Özellikle din ve ideolojilerde bu mesele çok daha mühim. Düşünsenize çağlar boyunca milyarlarca insan, ta işin başındaki bir kişi veya zümrenin ortaya koyduğu kabul ve kanaatlerin peşinden gidiyor. Pavlus diye birinin ürettiği Hristiyanlığın yirmi asırlık macerası ve kimilerinin Kapitalizmin kurucusu dediği Adam Smith veya komünizmin kurucusu sayılan Karl Marks ve diğerlerinin izinde savrulan dünyanın hali ortadadır.
HÜDA PAR’ı bu ülkenin zaruri ihtiyacı yapan sır işte tam burasıdır. Kendi tabanını değil, coğrafyanın tamamını dert edinirken bunu evvela İslam Alemi ve bütün bir insanlık olarak genişleten bir vizyonla değer üretmek. Bir asır önce kötü çığır açanların kararttıkları diyarı Hak ve Adalet adına yeniden aydınlatmak.
“Hayırlarda yarışın” emrine uyarak, doğruluğu yayacak, zulme mani olacak öneriler getirmek ve bunların kural haline gelmesi için çabalamak.
Mesela HÜDA PAR’ın, dün Türkiye vatandaşı olup işgal rejimi saflarında savaşa giden siyonistlerle ilgili verdiği ve mecliste görüşülmesi kabul edilen kanun teklifi eğer yasalaşırsa, bu beldenin alnındaki bir kara leke silinmiş olmakla kalmayacak, diğer ülke meclisleri de benzer adımları hızlandıracaklar.
Memleketin bağımsızlığını da ilgilendiren böyle hassas bir mevzuda çözümün HÜDA PAR vasıtasıyla olması ise, tartışmasız olarak HÜDA PAR’ı diğer pek çok sorunda umutsuzluğa kapılanlar için ciddi bir hak arama adresine dönüştürecektir.
Ve daha önemlisi, HÜDA PAR’ın bu adımı, terör rejimi gibi kötü çığır açanlarla göbek bağı olanları fena söbelemiş ve daha rezil bir çaresizliğe düşürmüştür.
Bu, içinde şehadet, zindan, hicran olan bir öykünün kerametidir.
Bu, Allah için mazluma el uzatmanın bereketidir.
Allah-ü Teala kendi rızası uğruna yürüyenleri istikametten ayırmasın.