Ekonomi, bilgi ve sanat süreçlerinin karmaşıklığı yanında fikir ve unsuriyet aidiyetlerinin çokça farklılaştığı sosyolojilerde yönetme gücü için, olağanüstü durumların ortaya çıkardığı fırsatlar dışında seçimlerden başka yol yoktur.
Bunun için İslamın değişmez sabiteleri karşısında demokrasinin tarifinin sevimsizliğinden filan başlayıp meseleyi uzatmak gereksizdir.
Sonuçta halka her gün ve her konuda kanaatlerini sormak mümkün olamayacağına göre mesela beş yılda bir gelen irade beyanı üzerine ciddi hesaplar yapılmasından daha tabii bir şey olamaz.
Halka sorulacak o kadar soru var ki?
Müslüman bir halka yüz yıldır İslam ahkamını reddeden laik bir yönetim anlayışının dayatılmasına ne diyorsunuz?
Osmanlı’nın yıkılması üzerine kurulan yeni rejimin sizden aldıklarını içinize nasıl sindiriyorsunuz?
Şu anda dindarlığın hızla zayıflatılıp sekülerizm ve Kemalizme sürekli güç ve itibar sağlanmasına katılıyor musunuz?
Herkesin kendi ana diliyle ve farklılığıyla kabul edildiği bir birlikteliğin pekiştirilmesini nasıl görüyorsunuz?
Faizden başka bir ekonomi politikası olamayacağına şartlanan başarısızlığı onaylıyor musunuz?
Kimi makam sahiplerinin halkın parasını sorunlu kullanmasına tepki gösteriyor musunuz?
Kadını korumak için feminist tavırlarla başörtüsünü sentez eden bir çarpıklığın aile binasını koruyacağına inanıyor musunuz?
Ve bunca cürümlerine rağmen işgal rejimiyle hiç kesilmeyen siyasi ve ticari ilişkilerin yanında hâlâ iki devletli çözüm diyerek terör çetesinin varlığına meşruiyyet kazandıran stratejileri doğru buluyor musunuz?
Böyle uzayıp giden sorular var. Seçmen bunların cevaplarını analiz ederken elbette ki pek çok kötü niyetli çevrenin algı operasyonuna maruz kalmakta, yanlış bilgi ile kanaatine ipotek konulmaya çalışılmaktadır.
Bu toplum mühendisliği İblis’in, cennetteki Âdem ve Havva’nın yasak ağaçtan yemeleri için başvurduğu yöntemi izlemektedir. Kendini, onların iyiliklerini isteyen bir nasihatçi gibi gösterirken üzerine biraz kuşku, biraz yaşama tutkusu, biraz mantık serpmektedir.
İblis, bu çabasıyla belki Adem’le Havva’yı bulundukları cennetten çıkarttırdı ancak onların tevbe ile yeniden Hakka dönmelerine mani olamadı, yani onları kendisine benzetemedi. Haliyle asıl maksadına eremedi.
İblisin başaramadığını avanelerinin başarması mümkün değil de hangi mevzuda olursa olsun çalışana verilen payın da dini, dili, ırkı, rengi yoktur.
Yarınki seçimde de rasgele bir tercih yapmanın vebalini sadece seksen beş milyonla değil, İslam aleminin nüfusuyla çarpmak gerekiyor. “İstanbul düşerse Kudüs düşer” sözü ile varsın kimi “zibidi”ler dalga geçsin, yine varsın kimileri de buna layık olmaktan uzaklaşsınlar.
Endülüs düşünce nasıl ki sadece Gırnata değil sen, ben, o, şu, bu düştüysek, değil İstanbul, Mardin’in bir beldesi dahi düşse İslamabad düşer, Hartum düşer, Cakarta düşer..
Filistin’i yüz yıl önce öyle düşürdüler. Gazze’liyi bugün öyle düşürüyorlar.
Orada direnenlere “terörist” diyerek o mücahitlerin buradaki din kardeşlerinden oy isteyenlere alan açanlar, kucak açanlar, mühür basanlar ve yetki verenler için sandık, sıradan masum bir kutu değildir.
En güzel kıssanın en güzel yerinde, Yusuf’un bir rüya ile sarayda vezir olmasına sevinen sen! bu seçime nasıl sadece Çankırı’nın Yozgat’ın seçimi gibi bakarsın?
Gazze’nin yarasına merhem olamadığın için hıçkırıklarını bastırmaya çalışan Sen! Şimdi sana fikrini soruyorlar, o mazlumların bu sandıkla hiç alakası olmadığını söyleyip rahatlatacaksan vicdanını, o zaman Allah’ın cc arzında senden daha güvende(!) olanı yoktur. Takılma hiçbir acıya, yürü gidenlerin hiç birinin geri dönmediği geleceğine..
Ve dağdan ovadan ne kadar ön yargılısı ve kaygılısı varsa hepsinin ortak cümlelerle dil uzattığı HÜDA PAR’ı merak eden Sen! Bu seçim senin seçimin..
Mevlâ hayırlı sonuçlar versin.