Beş aydır Filistin’deki hadise hakkında neredeyse herkes düşünüyor, yorum yapıyor, kanaatini belirtiyor, sorguluyor, sonra bir çare, bir çıkış yolu, bir müdahale biçimi, yetkilileri harekete geçirme yöntemi ve zulme engel olma çabası arıyor.
Hacer annemizin evladını çölün ortasında susuzluktan kurtarmak için yaptığı sa’y gibi bir o tepeye koşuyor bir bu tepeye.
O, kocası İbrahim aleyhisselamın kendisini ve kucağındaki yavrusunu Allah azze ve celle’nin emriyle oraya bırakıp gittiğini biliyor. Kocasını Nemrud’un ateşinden, kendisini Firavun’un elinden kurtardığı gibi Rabbinin onları mutlak surette bu ıssız ve kurak yerde de terk etmeyeceğini biliyor.
Ancak Hakkın yardımını da öyle hiçbir şey yapmayıp yerinde oturarak beklemenin edebe uymayacağının da farkında.
Öyle koşturmadan, çırpınmadan, tekrar be tekrar tepeleri tırmanmadan yani rahmetin kapısını durağan bir feryad ile değil, akan bir dua ile çalmak gerektiğini biliyor.
Gerçekten milyarlarca insan şu anda Hz. Hacer gibi çırpınıp duruyor.
Mutlaka bir çözümü olmalı.
Ama nasıl?
Güç ve yetki sahiplerinin kalperi taştan değil daha sert madenlerden de olsa bunları kırmanın bir tekniği illa ki var da, nasıl?
Acaba gidip gelmemiz gereken o iki tepe şimdi nedir?
Yedi kere gidip gelmek ve belli noktalar arasında hızlanmak nedir?
İnanın bu muhakemeyi, bu zihin amelini sadece Mısır’lı, Malezya’lı, Çorum’lu, Bingöl’lü köylü, kentli yapmıyor. Buna İngiliz modacı, Amerika’lı şarkıcı, Hollanda’lı akademisyen, Fransız avukat, Moskova’lı makinist hepsi kafa yoruyor.
Biri boykotun daha fazla işlenmesini öneriyor, diğeri daha etkili kitlesel gösterilere çağırıyor. Bir diğeri, ülkelerin yöneticileri doğrudan protesto edilmeli, veballeri yüzlerine vurulmalı diyor. Başka biri uluslararası yargıyı harekete geçiriyor. Dualar, sadakalar, ifşalar, tartışmalar, toplantılar. Hasılı küçük veya büyük çaplı nice metodlar deneniyor.
Ve tespitler ağırlıklı olarak aynı noktaya varıp düğümleniyor:
Arapların “Avleme” dediği küreselcilik, herkesi avlamış. Bu illet, modernizmin, ya da ne bilelim postmodernizmin şişede durması gibi durmuyormuş. Bu direniş grupları ve onları maddi manevi destekleyen bir avuç Müslümandan başka bu küreselcilere geri adım attıracak hiçbir babayiğit de yokmuş.
Öyle de olsa alemin vicdanlı yığınları bir şekilde sa’yini yapıyor.
Belki noksan, belki kusurlu, belki geç kaldı, belki günahları, cürümleri onu yavaşlatıyor. Ancak şöyle böyle bir şeyler yapıyor, uğraşıyor..
Bu kıpırdamanın zemzemi, sadece direniş gruplarına lutfedilen başarıyla sınırlı değildir.
Bu sa’yin ödülü, zalimin parasının patlaması olacaktır.
Nasıl?
Madem ki bu soykırım, paranın gücüyle işleniyor, paranın satın aldığı, korkuttuğu, kokuttuğu, koruduğu, o lanetli paraları onların ocağını yakacak göreceksiniz.
Komünizm, güya “ortak mülkiyet” fikriyle büyümüştü ve onunla yıkıldı, kapitalizm de “küreselcilik” fikriyle ve bunun dayanağı olan kapital ile yıkılacak.
Herkes beş aydır heybesine hayli şuur doldurdu.
Yönetimleri tarafında çantada keklik görülen batı toplumları için şu beş aydan daha öğretici bir süreç, daha uyandırıcı, daha kendine getirici, daha kendini aşıcı, daha ruhuna dokunucu, daha kalbini açıcı bir vakıa olamazdı.
Üstadın “Avrupa Osmanlıya hamiledir bir gün onu doğuracaktır..” sözünün filizlenişine şahitlik ediyoruz.
Biliyoruz ki o zemzem fışkıracak.
Ve İsmail, kurtulacak.
Mekke kurulacak.
O duvarlar yükselecek.
O dua kabul edilecek.
Haydi bir kere daha aşk ile ya Hu.