Türkiye’deki mevcut iktidarı batılı fikir ve siyaset çevreleri uzun süre İslamcı diye dillendirdiler. Hâlâ bu nitelemede ısrar edenler az değil.
İslamcılık ile kastettikleri iki temel husus var.
Birincisi, yine seküler kişilerin üretip tedavüle soktuğu “kamusal alan” ile İslami hükümleri laikliğe aykırı olarak ilişkilendirme çabası.
İkincisi ise, dünyanın her tarafındaki İslami yapılarla ilgilenme, onları gündem etme.
Bu Ülkede devlet ve toplum yönetimindeki İslami talepler elbette ki farklı tonlarda da olsa “İslamcı” öyküye sahip kimseler tarafından siyasi alana taşındığı için şu anki yönetimin Filistin’den kopuk bir varlık iddiası hükümsüzdür.
Daha net söylemek gerekirse; AK Partiyi bu kadar uzun bir süre yönetimde tutan şey sadece liderlikle açıklansa bile bu, yine Filistin'le alakalıdır.
“One minute” çıkışının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sadece bu ülkede veya bölgede değil tüm dünyada nereye taşıdığı belli iken, küresel siyonist ve evangelist hegemonya karşısındaki kararlı tutumun “dik dur eğilme, bu millet seninle” diye mottolaştırılması seçimlerin sonuçlarında hep belirleyici faktörlerden olmuştur.
Kısaca Bu Ülke’de kim şöyle ya da böyle Filistin hassasiyetine sahipse takdiri ilahi, onu ileriye taşımıştır. Bu duyarlılığın zayıflaması ise, bu son seçimlerde neredeyse iktidarı seçimleri kaybetme noktasına getirmiştir.
Şu anda bu gerçeği ne kadar gördüler orası meçhul. Ancak iktidar partisindeki çoğu kimsenin hâlâ işgal rejimiyle iyi ilişkileri sürdürme tavırlarına bakılırsa, meseleyi gelecek kaygıları üzerinden okumadıkları anlaşılıyor.
Kim nasıl okursa okusun görünen köy kılavuz istemiyor:
Bundan sonra da Filistin için kim “one minute” derse iktidar’la aynı kökten olan kader, mazbatasını ona verecektir.
Kim Kudüs diyorsa kendi diyarının da bölgesinin de fethi ona müyesser olacaktır.
Bir emir’in Konstantiniyye düşü varsa o “ni’mel emiruha”dır. Ve hazırlığı Konstantiniyye seferi içinse, o ordu “ni’mel ceyş’tir. O vaad edilen yer ise ha İstanbul’dur, ha Kuds-ü Şerif. Zaten işin hakikatine bakılırsa şu acıların bir hikmeti de İstanbul ile Kudüs’ün birbirinden ayrılmasıdır.
Neyse üstüne basa basa, altını kalınca çizerek tekrar söyleyelim:
Şu memleketin hakikaten bağımsız olmasını mı istiyorsunuz. O zaman Filistin’in özgürlüğü için dik durup eğilmeyeceksiniz.
Dünyada söz sahibi bir konuma mı gelmek istiyorsunuz. O zaman işgal rejimiyle ilişkinizi kesip yönünüzü Filistin’in özgürlüğüne çevireceksiniz.
İlahi lütfun “biz onlara bir yerde iktidar verirsek” (Hac 41) sırrıyla size hakikaten hükmetme yetkisi vermesini diliyorsanız o zaman Filistin’i, işgalcilerin insafına bırakmayacaksınız.
Yerel seçimler için aday tercih süreci devam ediyor. Kazanmasını mı istiyorsunuz o halde ilk kriter, adayın Hamas ve Filistin’le ilgili söylemlerine ve eylemlerine bakmalısınız.
Ve bu artık tüm dünya için geçerli. Bundan sonra batı ülkelerinde bile Filistin için derdi olanlara iktidar yolu açılmıştır.
Ve bu sadece siyasi alanla da sınırlı değil.
Sanatınızın etkili olmasını mı istiyorsunuz. O zaman sinemanız da, diziniz de, şiiriniz de, müziğiniz de, Filistin diyecek.
Kim gibi, Necip Fazıl Merhum gibi:
“Ne kadar kanı bozuk
Ne kadar da zalimmişsiniz
Yıkılasın İsrail
Enkazını göreyim
Sana ülke diyenin
Yüzüne tüküreyim!”
Kim gibi, Akif İnan Merhum gibi:
“Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu”
Kim gibi, Merhum Nuri Pakdil gibi:
“Tûr Dağı’nı yaşa
Ki bilesin nerde Kudüs
Ben Kudüs’ü kol saati gibi taşıyorum
Ayarlanmadan Kudüs’e
Boşuna vakit geçirirsin
Buz tutar
Gözün görmez olur
Gel
Anne ol
Çünkü anne
Bir çocuktan bir Kudüs yapar
Adam baba olunca
İçinde bir Kudüs canlanır
Yürü kardeşim
Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin.”
Velhasıl, evet Filistin’in yiğitleri, illa ki bir gün işgalcinin çaldığı tüm topraklarını da idaresini de teslim alacaktır.
Ancak onlar vesilesiyle başkasına iktidar veriliyor. Ne garip değil mi?