1937 yılında kurucu liderin yeni yasama döneminde yaptığı ve Meclis arşivlerinde bulunan o meşhur konuşma herkesin malumudur:

“Bizim devlet idaresinde takip ettiğimiz prensiple­ri, gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”

Aradan geçen sürede yukarıdakiyle birebir aynı düşüncede olmayan şahıslar yönetime gelse de sonuçta takip edilen prensiplerde herhangi bir değişiklik olmadı. Devlet idaresi “dogma” dedikleri Kur’an’la, Sünnetle yani vahiyle asla barıştırılmadı.

Dogma ise; doğruluğu deneyden geçirilmeden, sınanmadan kabul edilen, olduğu gibi benimsenen ve bir öğretinin ya da ülkünün dayanağı yapılan iddia diye tarif ediliyordu. Ve ilhamlar bu dogmalardan değil, bizzat yaşamdan (ne demekse) alınacaktı.

Böylece pozitivizmi kayıtsız şartsız benimseyen bu rejimin katı laik disiplininde Vahiy, sadece dogma değil aynı zamanda “gökten indiği sanılan kitap” denilerek “şüpheli” diye de kodlanıyordu. 

Evet memleket yüz yıldır bu esasa göre idare ediliyor.

Mülkün temeli olan adalet, gökten inen hükümlere göre değil yerde yaşananlara göre işliyor.

 İnsanın nerede neyi ne kadar hak ettiğinin hududuna, insanüstü bir aşkın otorite değil diğer insanlar karar veriyor.

Beşerin işlediğinin suç olup olmadığına ve bu suçlardaki cezaların sınırlarına da diğer beşerler karar veriyor.

En önemli hususlara işte böyle karar mercii kılınan Ademoğlu ise geleceğini bilmekten, kendi yapısını tam olarak çözmekten, varlıklar alemindeki girift alakaları, bağlantıları idrak etmekten, neye ne kadar muhtaç olduğunu anlamaktan, kendisi ve etkileşim halindeki çevresi için riskleri öngörmekten aciz zavallı bir ölümlü varlık.

Peki denenmediği için akıldan, bilimden uzak görülen ve hayata müdahale etmesine müsaade edilmeyen İslam’ın yüce hükümleri kaldırıldığı günden bu güne ne elde edildi?

Hırsızlık, yağma, gasp gibi suçlar mı azaldı?

Zina, fuhuş, cinsi sapkınlıklar geriledi de gençler iffet abidesi mi oldu, aile faciaları mı kalmadı, boşanma oranları mı düştü?

Akrabalık bağları mı güçlendi, miras davalarında düşüş mü görüldü?

Ticarette dürüstlük mü arttı, dolandırıcılık, stokçuluk, karaborsa, hile hurda mı bitti?

Borçlular borcunu aksatmaz mı oldu?

Esnaf, milletin durumuna acıdı da rasgele zam yapmaz mı oldu?

Toplumda fertlerin birbirine güveni mi arttı?

Komşu komşudan, ev sahipleriyle kiracılar birbirinden daha mı emin hale geldi?

Şu yüz yıllık tecrübeyi bir kurcalayın da dişe dokunur olumlu bir şey söyleyin, varsın manevi sahada değil maddi sahada olsun.

Mesela bu devlet, kendi kendine yeten gelişmiş bir endüstri ülkesi mi oldu?

Bilimiyle, teknolojisiyle, sanatıyla, üretimiyle dünyada söz sahibi mi oldu?

Ya da bir şeyler başardıysa bunu gerçekten o “dogma” diyerek değersiz gördüğünüz şeylerden kurtulduğu için mi başardı?

Şimdi artan sokak ortası cinayetlere idam gelsin mi gelmesin mi deniliyor?

Neredeyse her köşe yazarının, her yorumcunun yazılarında yer verdiği o yaygın sözü hadi tekrar söyleyelim: “Değirmen sele gitmiş sen şakşağını arıyorsun.” Değirmen taşı dönerken taşa değip şak-şak-şak diye ses çıkaran ve o sesin hızına göre de değirmencinin yukardan suyu azaltıp çoğalttığı küçük tahta parçasına şakşak deniyor. 

Beyler değirmen yok ortada değirmen..

Önce şu memleketin boğazındaki idam ipini çözmek gerekmez mi?

O “dogma” denilerek tahkir edilen, şüpheli, yetersiz, değersiz ve suçlu kabul edilen vahyi darağacından indirmek gerekmez mi?

Kıbleyi tekrar doğru yöne çevirmek gerekmez mi?

Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın ısırıp koparmasına artık göz yummadan “doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı" diyerek hakka ve hakikate dönmek gerekmez mi?

Kapitalizm, sosyalizm, liberalizm, modernizm, faşizm, laisizim, totaliterlik, askeri dikta, un islamic democracy (İslamsız demokrasi) ne varsa bu ülkede de son yüzyılda denendi, eee elde var sıfır.

Velhasıl önce ilk düğme..