Türkiye’de de ekonominin düzlüğe çıkmaması, kimileri için elverişli bir siyasi fırsat sunuyor.

TÜSİAD, dün yaptığı açıklamada şöyle diyor: “TÜSİAD olarak uzun yıllardır toplumsal cinsiyet eşitliği alanında çalışmalar yürütüyoruz. Çünkü ülkemizin hak ettiği demokrasi ve kalkınma düzeyine ulaşmak için bunu önemli buluyoruz. Bu nedenle ikinci yüzyılımızın ilk parlamentosundan beklentilerimizden birisi de 2021’de ayrılmış olduğumuz İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmesi.. Ayrıca ulusal düzeyde elimizdeki en güçlü yasal düzenleme olan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu’na daha sıkı sarılmak ve en etkili şekilde uygulamak zorundayız.”

Bir kere bu sözleşmeden zırt diye çıkılmadı. Bozuk plak gibi sürekli aynı nakaratı çalan elitlerin filan söylediği gibi, bu meş’um sözleşmeden devletin başındaki bir kişinin aldığı kararla hiçbir rapora, araştırmaya, veriye ve iyi niyete dayanmadan çıkılmış değildi. 

Onca bilim adamının, akademisyenin, fikir adamının tavsiyeleri, birçok stratejik düşünce kuruluşlarının yayınladığı makaleler ve devletin resmi organı olan Kamu Denetçiliği Kurumu’nun delilleriyle sayfalarca neşrettiği raporlar, bunu imzalamayan batılı gelişmiş ülkeler, kamuoyunda oluşan ciddi tepkiler, bu sözleşmeye dayanarak kendini meşrulaştırmaya çalışan cinsel terör şebekeleri ve daha neler neler etkili oldu.

Yani sözleşmeden asla bir oldu-bittiyle çıkılmadı.

En elverişli demagojileri; bu sözleşmenin, kadını şiddete uğramaktan koruduğu idi. Ve Türkiye bu sözleşmeye dahil iken güya tam uygulamadığı için kadına şiddet azalmamış, artmıştı.

Öyle ustaca kurmuşlar(tı) ki tuzağı. Bu sözleşme düzeneği tam kapasite çalışmadığında kadın rahat etmezdi. Peki, tam çalışması ne demekti? Orada bahsedildiği gibi evi, aileyi, aidiyeti kadın için mutlak bir işkence yeri olarak etiketlemek, dinin evlilikle ilgili tanımlarını, talimatlarını “kesinlikle atılması gerekenler” diye kodlamak, uydurdukları farklı cinsiyet yönelimlerini de iki cinsin eşitliği üzerinden zihinlerde normalleştirmek. 

İstanbul Sözleşmesinden dönülmesi ile ilgili belli manipülasyon merkezlerinin yol haritasını seçimlerden önce bazı siyasetçiler birebir takip etmişlerdi.

Mesela Danıştay’a açtıkları itiraz davası da ret ile sonuçlanan Akşener şöyle demişti: “Ülkeyi yönetenler bu ülkenin kadınları yerine birkaç Taliban kafalının aklına uymayı tercih ettiler. Ülkemizde bugün kadına şiddetin en büyük dayanağı, İstanbul Sözleşmesi’ni kaldıran sizlersiniz. Kadın katilleri sizinle gurur duyuyor olabilir.”

Kılıçdaroğlu ise: ''O zorba gidecek İstanbul Sözleşmesi geri gelecek!'' diyordu.

Babacan ise daha hızlıydı: “İstanbul Sözleşmesi’ne döneceğiz. Hem de Cumhurbaşkanı yemin töreni oluyor ya yetkiyi alıyor, yemin töreninden sonra ilk imzalar atılıyor ya o ilk imzalardan birisi de hemen ilk gün bu sözleşemeye geri dönme imzası olacak.”

Tabi Saadet Partisi’nin ikna edilmesi de herhalde çok sorun olmayacaktı.

Seçmen, yukardaki parti liderlerinin bu açıklamalarına tepkisini de sandıkta verdiğine göre TÜSİAD yönetiminin anlamak istemediği hususta yine meseleyi bağlamından koparma çabası ne ile izah edilecek? Tabi ki konumlanma ile. Aslında çağrılarının adresi iktidar değil. Sonuçta bu sonucu tercih eden halkın bizzat kendisi.

Halkın ne dediğini değil de küresel karar vericilerin güdümündeki paranın gücünü önemseyenlerin, dün yürüdükleri çizgiden milim ayrılmadan aynı ideolojik tavırları dikte etmelerinin, kendilerine karşı kararlılığı ne kadar beslediğinin hiçbir zaman farkında olmadılar. Ne 28 Şubat döneminde, ne sonrasında, ne dün ne bugün.

Malum kesimin kadına şiddet derken hangi kadınları ve ne tür şiddeti kastettiklerini bu toplumun hala anlamadığını sanmaları ise onları daha trajikomik hale düşürüyor.

Eskiden bu oyunlar ordu, medya, yargı, sermaye, sanat, akademi gibi birçok oyuncu ile beraber oynanıyordu ve atıyorlardı, gol oluyordu. Şimdilerde kimse bu maçları izlemiyor.

Ha ne diyorlardı: “Sözleşmeye geri dönülmeli.”

Tamam.