Okul idaresinin hiçbir tedbir al(a)maması bir yana, gençlerin okul avlusundaki rahat tavırları dikkat çekiciydi. Yani okula giden herkesin rahatlıkla farkedebileceği kadar yayılmış bir faciadan bahsediyoruz. Olayı, Diyarbakır`lı birisine anlattığımda, her okulda ve neredeyse her köşebaşında bunun artık aleni ve sıradan bir hale geldiğini söyleyince bu konudaki vebalin ve sorumluluğun adresiyle ilgili yazmak zorunda hissettim kendimi.


Bardağın dolu tarafını görene, optimist(iyimser); boş tarafını görene pesimist(kötümser); olduğu gibi görene ise realist(gerçekçi) deniyor. İslami tavır, kötümserliğin karşısındadır, ancak mutlak bir iyimserlik veya gerçekçiliği de kabul etmez. Bu kadar yaygın hale gelen ve çok da normalmiş gibi kimsenin umursamadığı bir felaket karşısında iyimserliğiniz, herhalde koruyabildiğiniz genç ve çocukların ötesine geçemez.


Evvela kötümserim. Neden mi? Çünkü halkından eğitmek için çocuklarını, askerlik için gençlerini, kalkınmak için de vergisini zorla alan bir devlet; ailelerin elinden zorunlu eğitim diyerek aldığı çocukları, zararlı alışkanlıklardan ve ahlaksızlıklardan korumuyor. Korumuyor, çünkü korumaya çalıştığı tek şey, hâlâ Atatürk ilkeleri ve inkılaplarıdır. Çünkü Kemalist ve laik sisteme göre çocuklar ve gençler için birinci vazife, Türk istiklal ve cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa etmektir. AK Parti`nin yeni anayasa taslağında laikliği aynen muhafaza etmeye çalışması, çocuk ve gençleri korumak için bahsettikleri dindarlık iddiasında ne kadar samimi olduklarını gösteriyor.


Bugün üniversitelerde, İslam`a ve Efendimize(SAV) hakaret eden grupların türemesi de uyuşturucu ve ahlaksızlıktan ayrı değerlendirilemez. Üniversitelerde kimin ne yaptığını çok iyi bildiği halde Kutlu Doğum etkinliği düzenleyen gençleri gözaltına alıp tutuklayan bir devlet için gelecek nesiller adına ümitvar olmak, iyimserlik değil gafillik olsa gerek.


Öyle ya, İslam`a ve Müslümanlara en ağır hakarette bulunan aşağılık soytarıları sanatçı diye şımartıp parlatan da bu devlet, ilköğretim öğrencilerinin zorla başını açmak için yönetmelik getiren de bu devlet/bu hükümet. Batılı uzmanlar bile, sürekli zararlarını apaçık ortaya koydukları halde hâlâ kız ve erkeğin aynı sınıflarda okuduğu karma eğitimi sürdürmekte ısrar eden de bu devlet.

Aileyi ve gençliği ifsad eden TV ve İnternetteki en rezil yayınlara hiçbir ciddi tedbir koymadan kadına şiddetten dolayı artan boşanmalardan dem vuran da bu devlet. ‘Adalet ve kalkınmayı, İslam`la paralel yürütün diye size oy verildi` dediğinizde, Türkiye`nin Atatürkçü laik gerçekliğiyle size mazeret edebiyatı yapan da bu devlet/bu hükümet. İslami derneklere, cemiyetlere gittiği için insanların peşine polis takıp muhbirlik teklifi yapmaya devam eden de bu devlet.


Ama tüm bunlara ve daha fazlasına rağmen iyimserim. Çünkü Peygamber Sevdalıları var. İyimserim, çünkü her bir Peygamber Sevdalısının Efendimiz(SAV)`i Mus`ab bin Umeyr gibi sevdiğini görüyorum. Her biri Medine`yi fethetmeye aday, her biri Uhud gibi zorluklarla karşılaşsa bile canı pahasına Efendimiz (SAV)`in sancağını taşımaya aday. Bu gözükara sevdalılar ne Amed`in ne de İstanbul`un çocuklarını, gençlerini ve geleceğini uyuşturucuya ve ahlaksızlığa teslim etmeyeceklerdir. Bu sevdalıların birinci vazifesinin Efendimiz (SAV)`in sancağını her yerde dalgalandırmak olduğu gözden kaçmamaktadır.


Ve Şırnak`tan gelip elinde Tevhid bayrağı ile mahşeri bir aşk okyanusunda En Sevgili için canını veren örnek bir Peygamber Sevdalısı, Sümeyye Çelik… Rabbim, o günkü şahitliğini ve şehadetini kabul etsin. “Tüm çocuklarım Hz. Muhammede (SAV)`e ve O`nun yoluna feda olsun” diyerek bu sevdanın sözde olmadığını haykıran babasına da selam olsun.


Dedim ya, iyimserim. Çünkü Allah, nurunu işte böyle sevdalılarla tamamlayacaktır.