Neden şeytandan ve dostlarından medet umuyorlar?
Neden iftira atarak güç devşirmeye çalışıyorlar?
Neden bütün satılık kalemleriyle tasmalı itleriyle, muhaliflerine sürekli bel altı vuruyorlar?
Neden devamlı daha büyük, daha tırtıklı, daha saçma, daha mütecavizane yalanlarla hücum etmeyi politika metodu olarak benimsiyorlar.
Neden “çamur at izi kalsın” eşkıyalığı için tüm ayak takımını seferber ediyorlar.
Neden toplumun manevi esaslarıyla barışmaya yanaşmıyorlar?
Neden rezil rüsva olma pahasına dinin şiarlarına, kutsallarına fütursuzca ilişiyorlar?
Neden ülkenin hayrına hiç bir faaliyeti onaylamıyorlar?
Neden kendilerine tabi olmayanların sözlerine ve ayan beyan ortada olan eserlerine inanmıyorlar?
Neden fikri ve cinsi sapkınlıkları kollayıp gözetiyorlar?
Neden batılı kefere ile onların lehine bu diyarın aleyhine aşırı derecede gönül birliği yapıyorlar?
Neden dün durdukları fesat çukurlarından çıkmıyorlar?
Neden hiç değişmiyorlar, kendilerini sorgulamıyorlar, çevrelerine ördükleri örümcek ağlarından çıkmıyorlar?
Neden yaşadıkları coğrafyayı ve bu civarın yükünü, semeresini, havasını, etki alanını ve geçmişten bugüne gelişen bağlantılarını, insanlık temelinde tahlil etmiyorlar.
Böyle uzayıp giden soruların en doğru cevabı elbette ki Kur’an-ı Kerim’de, Sünneti Seniyyede, Alimlerin tespitlerinde, kısaca hakkın hak olarak gösterildiği aynalarda.
Ne demişti Bediüzzaman Hazretleri: “Tahrip esheldir; zayıf tahripçi olur.”
Yani hedefine ulaşmak isteyen kimse iman, amel, fikir ve ruh gibi müspet yönlerden zayıf ise en kolay yöntemi tercih ederek tahrip eder. Bu tahrip evvela yalan ve iftira ile olur. Aşama aşama eline geçen fırsatlarla türlü zulüm ve haksızlıklarla gayesine ulaşmaya çalışır.
Bina yapmıyor/yapamıyor bina yıkarak gücünü ispatlamaya çalışıyor.
Ve Üstadın şu cümlesi üzerinde çokça düşünmeye değer:
“Bundandır ki, âciz adam, sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbete hiç yanaşmaz. Menfice müteharrik, daim tahripkâr olur.” Bina örneği ile devam edersek; adam bina inşaatında sıradan bir boyacı. Haliyle “bu binayı yapan benim dese, kalıpçı: “bi dakka kalıbını ben çaktım” diyecek, sıvacı, duvarcı, tesistaçı ve hakeza uzayıp giden bir çok paydaş itiraz edecek. Ancak aynı boyacı o binayı ateşe verdiği zaman herkes şunu diyecek: “İşte bunu yakan adam yani fail tamamen şudur.” Mahvederek kavuşulan uğursuz bir şöhret, lanetli bir makam, ürküten bir nam.
Peki başarıyorlar mı? Zahiren ve geçici olarak, imtihan sırrınca evet.
İman ehli rehavete düşmesin diye.
Zıt kutupların manyetiği ile hayat motoru çalışsın diye.
Cennet ve cehennem sahiplerini bulsun diye. Ve daha nice sırlar için hikmetler için.
“Onlara va’dedilen süre sabah vaktidir. Sabah da yakın değil mi!?”(Hud 81)