Emevi halifelerinden Abdülmelik b. Mervân’ın bir defasında çevresindekilere şöyle dediği nakledilir:  “Ey halkım! Bizim hakkımızda insaflı değilsiniz. Bizden Ebûbekir gibi Ömer gibi yaşamamızı istiyorsunuz. Biz onlar gibi değiliz. Siz de onların yönettiği halk gibi değilsiniz.”

Herhalde halife, o çok tekrar edilen iki meşhur söze atıf yapıyordu: “Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Nasılsanız öyle yönetilirsiniz). Ve “A’malüküm ummalükum” (işledikleriniz, idarecilerinizdir; onlar sizin eserinizdir.)

“Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz.” (İsra 16)

Beyhaki, Ka’b’ın, bu ayeti şöyle tefsir ettiğini belirtir: "Allah her dönemin hükümdarını halkın kalbine göre gönderir. Onları düzeltmek isterse salih birini, helak etmek isterse kötü birini hükümdar olarak gönderir."

“Davranışları sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer kısmına yönetici yaparız.” (En’am 129) Bu ayet-i kerimenin tefsiri de herhalde aynı manaya işaret ediyor.

Bir manzara tasavvur edin:

Çocuğuna bir kelime imandan edepten söz etmeyen anne baba, “nerede bu devlet, neden çocuklarımıza sahip çıkmıyor” diye bağırıyor.

Eşinin hürmet ve muhabbet hakkını ihmal edip, çevresindeki geçimsizliklere şahid olan dertli beyler/bayanlar “ey yönetiiim!” diye öfkeleniyor.

Daha fazla kazanma hırsıyla, uydum kalabalığa deyip, mal stoklayan, fiyat uçurtan satıcı “piyasa bozuk bu nasıl idare” diye isyan ediyor.

Savurganlığının geldiği boyuttan habersiz niceleri, yeni çıkan telefonu satın almak için kuyruğa girdiği dükkanın önünde sabahlarken yanlış yönetimden şikayetçi.

Akrabasını sormayan, komşusunu umursamayan, kalabalıklar asla kusurlarının olmadığını iddia ederken “adaleeeet” diye bağırıyorlar.

Kendi konforundan ve güvenliğinden başka gözü hiçbir şeyi, hiç kimseyi görmeyen kitleler, göz yaşartıcı bir duyarlılıkla “asayiş, huzur” diye homurdanıyorlar.

Banka hesaplarındaki zekatı verilmemiş paraların faizini hesaplarken yüksek gelen faturalara sinirlenen fukaralar(!) da çok kızgınlar.

Televizyon ve sosyal medyada boş yayınların müptelası olmuşken, “bakın ne kadar bozuk işler var” deyip RTÜK’ü şunu bunu göreve çağıranlar da az gergin değil..

Bir de ilim öğrenmenin, İslami davet çalışmalarının sayısız imkanlarını gereği gibi değerlendirmeyen ve kendini güncellemeyen ihlası sorunlu beyler var. Onlar da şikayetçi: “Savulun bre laikleeer”

Gerçekten bu toplum nasıl bir yönetimi hak ediyor.

Hani herkes vicdanına sormalı değil mi: “yahu biz şu halimizle kimi isteyelim. Ömer b. Abdülaziz’i mi? Ne bileyim Fatih Sultan Mehmed’i mi? Selahaddin Eyyubi’yi mi?”

Peki, hak etmediğimiz halde O’nun lütfu yok mudur?

Elbette ki var:

Mesela Cafer b. Ebi Talib(ra), Habeş kralı Necaşi’nin huzurunda, bir anlamda bunu da dile getirmişti: “Ey Hükümdar! Biz cahiliye karanlıkları içinde idik. Putlara tapar, leş yer, günah işlerdik. Akrabalarla bağı keser, komşulara kötü davranırdık. Güçlülerimiz, zayıfları ezerdi. Allah bize aramızdan soyunu, doğruluğunu, güvenirliğini ve iffetini bildiğimiz bir elçi gönderdi..”

Yani biz böyle bir nimeti hak edecek işler yapmadık. Aksine halimiz berbattı. Allah bize lütufta bulundu diyor. O çok özel bir ihsandı. Onlar da zaten sonra liyakatlerini gösterdiler.

Bize düşen ise herhalde istiğfar, şükür ve dua..

“Allah’ım bize acımayanları bize musallat eyleme” (Buhari, Müslim)