Yirmi milyona yakını ilk ve orta öğretimde, onun yarısı kadarı da üniversitede olmak üzere devasa bir öğrenci kitlesiyle yeni yılın eğitim öğretim sezonuna girerken öyle dişe dokunur bir değişiklik olmayacak.
Çocuklara Matematik de dahil bütün derslerde ulu önderin hayatı, sözleri, ilke ve inkılapları öğretilecek.
Çarşaflı, sakallı, fesli aile resminin yanına konulan kravatlı takım elbiseli erkek, açık kadın ve gülen çocuk resimleriyle kılık kıyafet inkılabı anlatılacak.
Latin harflerinin kabulüyle ne kadar uygar bir seviyeye çıktığımız işlenecek.
Çocuklara yüz yıl öncesi, yüz milyar yıl öncesi kadar eski, köhne, harabe ve çürümüş bitmiş olarak dikte edilecek.
Milyonlarca Müslüman evladı, İslam’a dair geçmişte ne kadar görünür, duyulur, okunur, yaşanır, hissedilir müktesebat varsa, hepsinin zamanı çok çok geçmiş kullanım dışı demode tarihsel öğeler olduğuna öyle ikna edilecek ki, çarşaflı bir kadın gördüğünde bunu normale karşı bir eylem olarak algılayacak.
Padişah denildiğinde körpecik çocukların aklına Kaf dağının ardında taş devrini yönetmiş, ilerlemeyi durduran masal kahramanları gelecek.
Mevcut müfredatla, talebeler bir asır önceki insanların her şeylerinin değersiz, son derece ilkel, faydasız ve hatta mutlak surette geride kalmaya yol açan paslı malzemeler olduğuna katiyen inandırılacak.
İslam’la dünyaya hükmedilen yılları da Rönesans öncesi karanlıkta elde edilmiş zevkli basit bir kazanım olarak bilecekler.
İslam alimlerini, önderleri ve eserlerini sadece kendi zamanlarında okunması gereken, şimdilerde ise hiçbir kıymete haiz olmayan gereksiz ayrıntılar olarak görecekler. O yüzden mesela İmam Gazali denildiğinde heyecanlanmayacaklar.
Dolayısıyla öğrencilere, devlet marifetiyle hayattaki en büyük hedefin daha modern görünmek, daha çağdaş kılığa girmek, daha rasyonel düşünmek olduğu dikte edilecek.
Her yanı döküldüğü halde tartışılması teklif dahi edilemeyen resmi(leştirilmiş) tarih, her gün nesillere süslenip sevdirilerek, ezberletilecek, içselleştirilecek.
Az değil tam on iki yıl, mecburen en doğrusunun bu laik Kemalist sistem olduğuna şartlandırılacaklar.
Daha yükseği, hep daha ilerisi diye öyle yarıştırılacaklar ki, nice kabiliyetlerle dünyaya gönderildikleri halde bütün o yetenekleri budanacak, bastırılacak, köreltilecek ve üniversitelere zorlanacaklar, sonra oralardan mezun milyonlarcası, okudukları o kadar bilgiyle, tükettikleri onca ömürle hiç alakası olmayan geçim değirmeni içinde öğütülüp gidecek.
Ne acıdır ki, Türkiye’de okullarda Kur’an öğrenimi zorunlu olmadığı için üniversiteyi bitirdiği halde Kur’an okumayı bilmeyen çok insanın olduğunu öğrenince şaşkınlığını gizlemeyen birçok Arap görmüşüzdür.
Peki bu çark böylece uzun süredir işliyor. Ortaya ne çıktı? diye de sormak lazım.
Cevap basit: Ortaya, Müslüman ülkede sürekli İslam’ın şiarlarına saldıran sözde politikacı, bürokrat, yazar çizer ve sanatçılar çıktı.
Okullarda heykele secde ettiren öğretmenler, başörtülü avına çıkan müdürler, müfettişler çıktı.
Yolsuzlukta, adam kayırmada, çıkar ve kirli menfaat ilişkilerinde çıtayı çok aşan sağlı sollu etki ve yetki sahipleri çıktı.
Kendi dinine yabancı, ahlak fukarası, edep/iffet yoksunu yığınlar çıktı.
Görkemli mazinin şanlı birikimine gözünü kapatıp her daim batıyı yücelten sözde aydınlar filan çıktı.
Adaletin alaşağı edildiği, hakkaniyetin tarafgirliğe indirgendiği bir ucube siyaset ve yönetim anlayışı çıktı.
Paganistlerden aşırı korkuldu, arada kaçamak birtakım düzenlemelerle dindar nesil için adımlar atıldı ama onlar da o kadar cılız kaldı ki yaraya merhem olmadı.
Fakat Cenab-ı Mevla yine bu memlekete merhamet etti de Risale-i Nur gibi okullar, dirayetli alimler, mektebinde cehd ve şehadet olan şahsiyetli cemiyetler, Hak yolda ter döken âlîhimmet neferler nasip etti de gemi batmadı.
Batmaz da sahil-i selamete varır inşallah.
Okullar yine aynı şeyleri mi öğretecek?
Özkan Yaman