Mesnevi’de sivrisinekle rüzgarın hikayesini bilirsiniz.

Sivrisinek Hz. Süleyman’a rüzgardan şikayet eder. Hz. Süleyman, şikayet edilen tarafı yani rüzgarı da dinlemek üzere huzura çağırır, rüzgar gelince sivrisinek orada duramaz.

Neden gittiği sorulunca, “rüzgarın varlığı benim yokluğum, benim kökümü kazıyan o” diye cevap verir.

Zıtlıkları birarada tutmak ancak Kadir-i Mutlak olan Cenab-ı Hakka mahsustur.

O, diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkarır.

O, yanan oksijenle, patlayan hidrojeni birleştirip söndüren su yapar.

İradesi cüz’i, ölümlü, son derece aciz ve muhtaç insan için zıtlıkları birarada tutmak maddi planda imkansız olduğu gibi, düşünce/kabul planında ise mesela şirk gibi en büyük suça bile yol açabiliyor.

Türkiye’de yüz yıl önce kurulan cumhuriyet aslında zıtlıkları birarada tutma şeklinde gerçekleşmesi mümkün olmayan aşırı ütopik bir fantezi üzerine kurulmadı.

Yani hedefinde, hem İslam hem dinsizlik yahut hem şeriat hem kemalizm gibi bir düalizm asla yoktu.

Yeni cumhuriyeti kuran irade, Kuran ve Sünnet referansları başta olmak üzere sosyal, siyasi, hukuki, ticari, askeri ve eğitim, sağlık, miras, nikah ve ceza usüllerinden tutun ta kılık kıyafete varıncaya kadar Osmanlıya ait ne varsa hepsini ortadan kaldırmayı amaçlamıştı.

Üstelik kendisine eş koşanlara yeryüzünde yaşama hakkı veren Rahman’ın aksine bu rejim, Osmanlı’yı kendisine eş koşmaya yeltenenlere zerre kadar acımadı.

Kur’an öğretilmesi bu yüzden yasaklandı. Medreseler, tekkeler, zaviyeler bu yüzden kapatıldı.

Camiler de tırpanlanıyordu ki, dışarısına karışmaması şartıyla ve içinde toplananlara yeni rejimin duyurulması ve dikte edilmesi için bir kürsü olması şartıyla yaşamalarına müsaade edildi. Tabi Ayasofya Camii bundan istisna edilenler arasındaydı.

Peki, birçok Arap ülkesinde olduğu gibi anayasada şeriat olsaydı ve bunu türlü türlü zulümleri onaylamak için menfi tarzda kullansaydı ne olurdu ki?

Garip bir şekilde büyük bir risk alınarak bu seçenek atlandı.

Güya batılı emperyalistler Osmanlı’dan böyle katışıksız bir intikam alacaklardı.

Fakat iman açlığı çığ gibi büyüyünce önünde durmak zorlaşmaya başladı.

Binlerce İmam Hatip Liseleri, Kuran Kursları, İlim ve fikir adamları, şairler, sanatçılar, kanaat grupları ve onların faaliyetleri derken parçalı ve birbirlerinden bağımsız da olsalar ciddi öze dönüş talepleri, ülkede zıtlıkların birlikteliği gibi bir paradoks oluşturmaya başladı.

Adına ister kutuplaşma ister ideolojik kamplaşma densin kuruluşunun yüzüncü yılında bu rejim bir kavşak noktasına geldi.

Bundan sonra bir karar vermek zorunda.

Mevcut Arap rejimleri gibi şeriat soslu bir dümen çeviremez.

Çünkü Mısır benzeri bir darbe ile kontrolü artık çok zor.

Sürekli sorun üreten mevcut laik tahakküm ile de devam edilemeyeceğine göre Osmanlı’nın müspet müktesebatı ikinci cumhuriyet için ciddi bir etüde konu olabilir.

Yok, eğer hiçbir anormallik yokmuş gibi yola devam edilirse halihazırdaki eğitim sistemi ile saçma sapan sanatçılar, siyasetçiler, ekonomistler filan yetişecek ve en basitinden İmam Hatip Liselilere “sapık” nitelemesini bir şaka kıvamında normalleştireceklerdir.

Buna da bu toplumun tahammülü yoktur. Feraset ve basiret, toplumsal kaos ve felaketleri önceden farkedip önlem almayı gerektirir.

Yoksa memleketi zıtlıklara zorlamak hayra alamet değildir vesselam.