Ukrayna ile Rusya arasında harbiden tuhaf bir harp oluyor. Ukrayna’nın açıklamalarına bakılırsa yirmi binlere varan Rus askeri öldürmüşler. Rusya tarafına bakılırsa, Ukrayna’nın tüm askeri tesisleri kullanılamaz hale gelmiş.

Dünya medyası, ısrarla savaşın dehşet saçan yüzünü gizlemenin telaşında.

Batılı ülkeler, Ukrayna’nın sırtını sıvazlayıp kendilerinin sadece ekonomik cephede savaşacaklarını belirtirken, onun dışındaki askeri seçenekten kaçınmakta ısrar ediyorlar.

Öte yandan Rus işgalinin başladığı 24 Şubat’tan bu yana Ukrayna’da 10 milyondan fazla kişi, yerini terk ederken bunların yaklaşık 4 milyonu ülkesinden ayrılıyor. Ve bu rakamlar, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’daki en büyük toplu göç olduğu halde hiçbir yerde en ufak bir gürültü, rahatsızlık veya itiraz sesi duyulmuyor.

İşgal rejimi ve kendileri dışında hiçbir ülkenin başka bir ülke toprağına girmesini kabul etmeyip derhal BM Güvenlik Konseyinden kararlar çıkartan ve doğrudan oraya müdahale eden ABD ve maiyeti, söz konusu Rusya olunca, “endişeliyiz” açıklamalarını çok temkinli yaptırımlarla uygulamış gibi gözüküyorlar.

Her halükarda bu savaştan en fazla zarar görecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Çünkü her iki ülkeyle de büyük turizm ve ticaret ilişkileri var. Ve bunların yıpranması halinde -ki yıpranıyor- zaten ciddi sıkıntı yaşayan ekonomi, daha da zorlanacağı aşikâr. Bu gerçek, Türkiye’ye, Ukrayna ve Rusya taraflarını bir masa etrafında buluşturmak için ciddi motivasyon sağlıyor. Dolayısıyla hâlihazırdaki arabuluculuk girişiminin, uluslararası düzeyde Türkiye için çok büyük bir diplomasi kazanımı olduğunda şüphe yoktur.

Tabi ABD, NATO ve AB gibi dev cüsseleri karşısına almakta tereddüt etmeyecek kadar topa kararlı giren Rusya gibi büyük bir aktörün, uzlaşma ile kendi hedeflerinden ciddi tavizler vereceği beklenmese bile bu, Türkiye’nin arabuluculuk başarısını gölgelemeye yetmiyor.

Bununla birlikte Türkiye’nin daha yakın zamana kadar “stratejik müttefik” dediği ABD ile bundan sonra iktidar değişikliği dışında pek de eski haline dönmesi mümkün gözükmeyen ilişkiler, Rusya-Türkiye arasındaki güveni nispeten beslemeye devam ediyor. Buna, batıdan istediğini bulamayan Zelensky’nin hayal kırıklığı da eklenirse mevcut uzlaştırma çabalarından orta vadede olumlu sinyaller alınabilir.

 Afganistan’da, ABD’nin, orta Asya’da ve kısmen Afrika’da, Rusya’nın, Suriye’de ise her ikisinin güç gösterisi karşısında zayıf bir görüntü veren Türkiye’nin, dünyada ciddi söz sahibi olduğundan bahsetmek için henüz çok erken ancak geçmişe kıyasla söylenecek şey de az değildir. 

Büyük resimde konuşulacak detaylar elbette ki hayli fazla.

Yalnız bir de küçük resim var. O resimde manda yoğurdu mu dersiniz, heykel mi dersiniz, Suriyeli polis, doktor mu dersiniz yok yok. Ve buradan çok ekmek çıkacağı için bu küçük resme oynayanların şimdilerde keyfine diyecek yok.

Mesela şu aralar muhafazakar kesimin desteğine de ihtiyaç duyduğu için bir yandan dikkat etmeye çalışırken bir yandan da “göründüğü gibi olmayıp olduğu gibi görünen” CHP’nin alışılmış vaziyeti var.

Parti Meclis Üyesi Fikri Sağlar, geçen günlerde şöyle diyor: “Türkiye’nin nüfusu 84,6 milyon iken cami sayısı 89.445, halk kütüphanesi 1.214. Almanya’nın nüfusu ise 83.2 milyon ve kilise sayısı 44.372, halk kütüphanesi 8.245 . Bilimin yolundan giden kazanıyor!”

Daha önce Kültür Bakanlığı ve Denizcilik Bakanlığı yapan da Sağlar, hatırlarsanız iki yıl önce de şöyle demişti: "Türbanlı hâkim, karşısına gittiğimde adaleti savunacağı konusunda kuşkum var. Bazıları militanca ve ideolojik takılıyor, bununla mücadele edilmeli."

Bu açıklamalar, siyasi kimlikle beraber ciddiyet arz ediyor. Çünkü Türkiye’deki camileri, imamları, Kur’an kurslarını, imam hatipleri, dinci (!) dernekleri saymaktan yorulmayan bu tutum, şu ülkeyi yönetmeye talip.

Ve söyledikleri şeyler, iktidarda ne yapacaklarının basit ipuçlarını veriyor.

Tamam, büyük resim önemli de uzağa bakarken küçük resmi hafife almak da sorunlu değil mi?