Her gün biri çıkıyor. Ya bilim adına ya sanat adına ya da özgürlük adına İslam’ın bir şiarına hakaret ediyor. Ve tevbe istiğfar şurda dursun, en ufak bir geri adım dahi atmadıkları gibi destekçileri hemen etraflarında kümeleniyorlar. Ve böyle zamanlarda, “neredeler acaba hiç sesleri çıkmıyor” dediğiniz tipler bile aniden ortaya çıkıveriyorlar.

“Halkın derdi, benzine mazota yağan zamlar, kabarıp köpüren yeni yıl faturaları, işsizliktir, gündemi saptırmayın” demekle yetineceklerini zannediyorsunuz, yahut “şairler her vadide dolaştıkları için bazen sapır supur konuşurlar, yaptığı yanlıştır ama” filan diye devam edecekler sanıyorsunuz.

Hiç biri öyle yapmıyor. Aksine sanki oyun kurucuların yaptığı bir sadakat yoklaması varmış da, “ben de buradayım” diyerek kendilerini ispatlamak zorundalarmış gibi çırpındıklarını görüyorsunuz. Çarşı pazar üzerinden yürüyen çok elverişli eleştirileri bir kenara bırakıp koro halinde bağırıyorlar; “sanatçının sesi kısılamaz”, “özgürdür”, “yalnız değildir.”

Ne adına olursa olsun onların tapındığı bir şeye ufacık bir eleştiri bile kanunla cezalandırılırken, İslam’ın sabitelerine bırakın eleştiriyi -haşa- c… gibi bir aşağılama hiçbir yasağa, cezaya, yaptırıma takılmıyor. Ve bu ikiyüzlü düzen(ek) demokrasi diye övülüyor, parlatılıyor, sahipleniliyor.

“Onların Allah'tan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da aşırıya giderek bilgisizce Allah'a sövmesinler. Bu şekilde her ümmete yaptığını süslü gösterdik. Sonra dönüşleri Rabblerinedir ve O kendilerine yapmakta olduklarını haber verir.” (Enam 108)

Evet Müslümanlar bu konuda uyarılmışlardır. O yüzden onların taptıkları şeyler kanunla korunduğu için değil, sırf kendileri de kalkıp Allah’a sövmesin diye, sekülerizmin/laisizmin, Kemalizm’in ve diğer hiçbir ideolojinin tabularına, totemlerine, paganlarına, sanemlerine sövmezler.

Hatta onların kendi içinde bu sövmeleri ve hakaretleri sürekli vuku bulacağı için iman edenler, onlarla aynı yerde bulunmaktan da nehyedilmişlerdir:

“Allah Kitap'ta size: "Eğer Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini duyarsanız, başka bir konuya dalmadıkları sürece yanlarında oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Şüphesiz Allah münafıkların ve kâfirlerin tümünü cehennemde bir araya getirecektir.” (Nisa 140)

“Üzerlerine gitsen de dilini çıkarıp soluyan, gitmesen de dilini çıkarıp soluyan” (Araf 176) köpek misali, durduk yere zırt pırt Aziz İslam’a saldıranları ve onları bayraklaştırıp militanca savunan bilumum yoldaşları için söylenecek şey belli.

Yalnız geçmişte üzerlerine vurulan “İslamcı” etiketini çıkarmak için bu tür hakaretleri fırsat olarak görenlerin hali çok trajikomik. Dertlerine deva aradıkları şu son savunmalarında da; “vallahi biz İslamcı filan değiliz, bakın en hassas konularda bile dincileri değil, çağdaş modern isimleri ve onların yaptıklarını savunuyoruz” demiş oluyorlar.

Böylece güya uygar dünyaca meşruiyetleri onanacak ve merkez sağa buyur edilecekler, yerli-yabancı, siyasi-ekonomik, askeri-bürokratik bütün vesayet odaklarınca güvenilirlikleri garanti edilecek.

Neyse işin bu kısmı bir yana, memlekette geçen hafta intiharlar üzerinden gençlerin manevi boşluğu konuşuluyordu -ki bu konu hala gündemde- manevi boşluğu doldurmanın bir yolu da onları İslam’ın şiarlarına sahip çıkmaya yönlendirmektir.

Yaşanan acılar ne kadar büyük olursa olsun “biz” duvarına çarpan bir alaycı ses karşısında gençlerin sesi gür çıkmalıdır.

Uhud sonrasında Ebû Süfyan: “çok yaşa Hübel!” diye bağırınca Efendimiz(sav) “Buna cevap verin!” buyurdu. Ashâb-ı kiram: “Ne diyelim?” diye sorunca “Allah bizim Mevlâ’mızdır, sizin mevlânız yoktur, deyin” buyurdu.

Bu tavır, madde planında yıkılmayan Müslüman şahsiyetin varlık beyanıdır.

O yüzden her Müslümanın, namazda kıyama dururken aldığı tekbirin içinde; “ey şeytan! ve ey maneviyat düşmanları yenileceksiniz” katığı da dürülüdür.

Yani Müslümanlar, Uhud meydanında en vahşi yöntemlerle katledilen onlarca şehidle dahi yıkılmaz, yeter ki İslam’a hakaret edenlere karşı suskunluk, sinmişlik, umursamazlık ile maneviyat boşluğu oluşmasın.