Geçen iki yıl boyunca kafamıza o kadar fazla bulaşıcı hastalık gündemi pompalandı ki, şehirli köylü, yaşlı genç, çoluk çocuk hepimiz bilir bilmez aktardık, yorumladık ve mevzunun uzmanı olduk. Şimdi korona konusunda bir sınav yapsalar memlekette hiç kimse 50’den aşağı almaz.

Virüs haberlerini öyle abarttılar ki, konuşma dilimiz de değişti, en başta salgına pandemi dedik. Kelime dağarcığımız, entübe, pozitif, filyasyon, mutasyon, varyant, sinovac, biontek, diye devam eden bir dizi terimle doldu taştı.

Hangi ülkede bugün kaç kişi koronadan öldü, neredeyse onları bile ezberlettiler. Ve maske muhabbeti de devam ediyor.

Sonra sabah akşam ekonomi konuşur olduk. Alakalı alakasız herkes enflasyon, faiz, döviz, zam, ihracat konusunda ahkam kesecek kadar kendini meselenin tarafı görüp, görüş serdetmeye başladı:

Oysa kendimize hiçbir sorumluluk yüklemeyen yukardaki gibi doğru yanlış tespitleri art arda sıralamanın dayanılmaz zevki, sıkıntılı zamanların malzemeleriyle birleşince ortaya güya parlak fikirler çıksa da bunlar, gazete bulmacasını çözmek gibi konuşanı aşmıyor.

Ta aşağılardan en yukarılara kadar kim varsa, duyduğunu okuduğuna, yaşadığını anladığına ve tahminini önyargısına katarak ekledikçe eklemeye devam ediyor.  

Hele işin profesörü ya da şöhretlisi TV’den filan fiyakalı cümlelerle konuşunca milletin ihtisas damarı daha bir kabarıyor.

Mesela acayip bilicilerden biri diyor ki: “Merkez Bankasının geç likidite ile, piyasa yapıcılarına APİ çerçevesinde verdiği efektif ortalama marjinal fonlama oranı, zaten paradoksal olarak ekstremum bir paritedeydi dolayısıyla kur garantili mevduat sistemi, net faiz artışı şeklinde değil, mevduat sahibi açısından, örtülü mevduat opsiyonu biçiminde düşünülmeli.”

Bu süslü cümleleri henüz kuramasak da, şu ekonomi meselesiyle o kadar çok meşgul ediliyoruz ki, küçücük çocuklarımız bile sorun-çözüm analizleri yapmaya başladılar. 

Tabi ki kazanma ve harcama, hayatın merkezindeki en temel hakikatlerdendir ve illa ki herkesin bu konuda da diyeceği şeyler olmalı ama söylediğimiz şeyler, farz-ı muhal yaraya merhem bile olsa haddini aştığında dert getirir.

Paramız için endişelenip de dert yanarken bir o kadar da Mescid-i Aksa konuşuyorsak, Filistin’i, Suriye’liyi, Mısır zindanlarını, bu ülkedeki ahlaki yozlaşmaları, aile dramlarını ve bunlara nasıl çözüm bulunacağını ele alıyorsak sorun yok.

Döviz konuştuğumuz kadar, üzerimizdeki Kur’an ve Sünnet emanetinin sorumluluklarını da irdeliyorsak, problem yok.

Elhasıl, toplum olarak içine çekildiğimiz münakaşalar ne kadar gerekli olsa da, bu akışın kontrolsüz bir nesnesi durumuna düştüğümüzde, yarın, paralar için değil kaybettiğimiz zamanlar için hayıflanacağız.

Pazar ola..