Cenab-ı Mevlâ, ruhundan üfleyip keremli kıldığı Ademoğlu’na sürekli kadir/kıymet hatırlatıyor.

Bu dine evvela ezilenlerin, yoksulların ve mazlumların çokça meyletmelerinin arka planında da, yaşadıkları değersizliğe karşı İslam’ın, insanı; mal, makam, ırk diye ayırmadan takvasına göre ele alması vardır. 

Formül basittir: Ne kadar takva o kadar kıymet.

O yüzden mesela Peygamber Efendimiz(sav)’in kendisini “Ümmetimin Emini” diye vasfettiği Ebu Ubeyde bin Cerrah(rh), Şam’da vali iken şöyle diyordu: “Ben Kureyş’liyim. Fakat teni kırmızı veya siyah biri yoktur ki, takva yönüyle benden üstün olsun da, ben ‘keşke bu adamın bedeni içinde ben olsaydım!’ demeyeyim.”

Takva kalpte midir? Eyvallah sonuçta Allah’tan sakınmanın merkezi kalptir. Ancak her kap içindekini sızdırdığına göre isyanına ve azgınlığına sürekli şahid olunan kimselerin Allah(cc) nazarında da, melekler nazarında da, müminler nazarında da beş paralık değeri yoktur. Allah-ü alem bu yüzden ayet-i kerime, “müşrikler ancak necistir” der. (Tevbe 28)

İman; dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. İman; Allah için sevip Allah için buğz etmektir. İman; temizlik, hayadır. Yalnız iman bir de; Allah ve Resulünün “bak” dediği yerden bakmak, “dur” dediği tarafta durmak, “ölç, tart” dediği mihenk/terazi ile ölçmek, tartmaktır.

Aynı zaman ve mekanda bir takım ortak öğeler etrafında birlikte yaşamak zorunda olduğumuz insanların varlığını kabul etmekle, onlara saygı duymak birbirinden farklı şeylerdir.

Bu ülkede de inkarın, ahlaksızlığın, sapıklığın en dibinde birçok insanın bulunduğu ve onların da dünyevi olarak bir takım hakkının hukukunun olduğu herhalde reddedilecek bir şey değildir.

Fakat Müslümanın değer yargısı bellidir.

İslam’ın daveti kendisine ulaştığı halde nefretle karşılık verene; “kardeşim, dostum, efendim” diye itibar eden Müslümanın imandan haberi yoktur.

Peygamber Efendimiz(sav) bu konuda şöyle uyarır: “Münafığa efendi demeyin. Çünkü onu efendi yerine koyarsanız, Aziz ve Celil olan Rabbinizi gazaplandırmış olursunuz.” (Ebû Dâvud, Edeb 43)

Adamın filan temsiliyeti varmış, şu görevdeymiş, ismi cismi varmış, gelmişi böyle geçmişi şöyleymiş. Tamam bunları yok saymaca diye bir oyun oynamıyoruz. Ancak adamın iman/takva seviyesi nerede? Ahlakî ederi ne kadar? Edebî ağırlığı nedir? Bunları bilmeden adama değer vermenin tehlikesinden söz ediyoruz.

Yeri gelmişken kutuplaşma dedikleri şeyi de doğru anlamak gerekir. Çünkü cehaletinden, ihmalinden, tembelliğinden veya isteksizliğinden dolayı İslam’la alakası olmayan kimselerle, sürekli İslam’ın şiarlarına ve samimi Müslümanlara saldıran kimseler birbirine karıştırılıyor.

İslam’a kinlerini açıktan kusanlarla kutuplaşmayan Müslümanın yeniden bir kelime-i şehadet getirip, konumunu/şahsiyetini tespit etmesi gerekir.

Ne demişti Üstad; "İslamiyet hakka tarafgirlik ve teslim ve inkiyaddır(boyun eğmedir"

Her fırsatını bulduğunda İslam’ın emrettiği başörtüsüne, sünnet niyetiyle bırakılan sakala, sarığa ve İslam’ın diğer alametlerine saldıran kimselerle bir Müslüman kutuplaşmayıp da ne yapacak?

Ne buyuruyor Allah azze ve celle: “Ey iman edenler! Kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar aranızda fesat çıkarmaktan geri durmazlar. Size sıkıntı verecek şeylerden hoşlanırlar. Kinleri ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinin gizlediğiyse daha büyüktür. Eğer akıl ediyorsanız size ayetleri açıkladık.”(Al-i İmran 118)

Müslümanların tüm çilelerinin özü de budur: İslam düşmanlarından uzak durmak. Onlarla aynı mefkurede, aynı cenahta, aynı duygu ve düşüncede yer almamak için çabalamak.

“Elhamdülillah Müslümanız” o yüzden Kur’an ve Sünnetin terbiyesinden nasibi olmayan, adap usul takmayan, dine kindar insanlara vereceğimiz zırnık değer yoktur.

“Sizinle bizim aramızda tek Allah'a inanacağınız zamana kadar sürecek bir düşmanlık ve nefret belirmiştir.” (Mümtehine 4)

 “Elhamdülillah Müslümanız.”