Rahmetliye her ne zaman, “ya şu mereti çok fazla içiyorsun bunun bedeli ağır olur” dediğimde “kaderimizde ne varsa” diye devam eden cümleler kurardı. Daha sarsıcı, daha etkileyici, daha samimi ve onun için daha daha içten üzülerek belki yalvararak söylemeliydik ki bağlandığı anlık keyfini yenebilelim, ama yap(a)madık.
Bizi de kuşatan çevremizde hep göz göre göre yanlışa yönelenleri görünce, onlara engel olma adına elden/gönülden gelen çabayı sonuna kadar sarf etmeden kurduğumuz kınama cümleleri ne kadar da hamdır.
Üstelik, beraber yaşamaya mecbur olduğumuz şu gök kubbe altında hangi hata vardır ki sadece sahibini etkilesin, hangi ihmal, hangi cürüm vardır ki sadece onu işleyene işlesin de kimseye sirayet etmesin. Bile bile ve sırf tembelliğinden namaz kılmayan bir Müslümanın(!) bu rahatlığının yalnızca kendisine değil, müslim-gayrimüslim bütün topluma, insanlığa, canlı cansız tüm yaratılmışlara zarar vermediğini sanmak da ondan az bir kusur değildir.
Yine örtünme emrini umursamayan kadının kendini aşan olumsuzluğu gibi ırkçı tutumlar da memleketi bozuyor. Hırslarının esiri olan siyasetçi, açgözlülüğünün kölesi olan satıcı, şükürsüzlüğünün gafili olan ahali, dininin ve edebinin cahili olan sorunlu kim varsa şu diyarda, kasadaki diğer meyveleri de çürütüyorlar.
Bu meyanda, Behlül Dane’nin çarşıda, sağa sola koyun bacakları astığında ortalığı saran kokudan rahatsız olanlara; “siz, her koyun kendi bacağından asılır demiyor musunuz, alın size kendi bacağından asılı koyunlar” deyişi ibretliktir.
O yüzden herkesin her istediğini yapmasına özgürlük ya da demokrasi deyip sessiz kalanların gelecekleri de maalesef hüsrandır.
“Aman bize ne, o kendine yakışanı söylemiş”, “aldırma geç git onlar hep böyleler”, “boş ver şunu bunu biz iyi olalım da kim ne yaparsa yapsın” türünden aşırı romantizm içeren tavırlar, genelleme yapmadan ancak çok hususi bağlamlarla kabul edilebilirler.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’nin Kur’an öğretme konusundaki endişesi malumdur. Bunun için sürekli bir arayış içindedir ve o zamanki CHP yönetimi kendisini kara listeye alır, rahatsız eder. Hanımı da bu duruma çok kaygılanır ve sık sık Efendi Hazretleri’ni uyarır. Bir gün rüyasında kocasının dilinin dilim dilim doğrandığını görür, dehşetle uyanır ve rüyasını daha anlatmadan Süleyman Hilmi Efendi ona şöyle der: “Öyledir hanım, eğer biz şu dilimizle de Kur’an için çalışmazsak, o dilimizi dilim dilim doğrarlar.”
Emr-i bil maruf, nehy-i anil münker yapanların kurtulacağı gerçeğinden hareketle dünyada da izzet ve şeref arayanların, iyiliği emredip kötülükten men edenlerden başka yapacakları bir şey yoktur. Bunun yolu hangi alanda ne tür bir direnişi, kıyamı, mücadeleyi ve cihadı gerektiriyorsa tabi ki onlara riayet ederek.
Bizim kuşak ve bizden öncekilerin çocukluğu/gençliği tek kanallı TV’den kasıtlı filmlere ve müziklere aşırı derece maruz bırakıldı. Öyle ki mesela Pazar günü, “Pazar Konseri” adı altında iki saat orkestra dinlettirilir/izlettirilirdi. Keman, çello, piyano, viyola, klarnet, trombon gibi enstrümanlarla onlarca kişi, önlerinde nota, karşılarında koro şefiyle bilmem hangi müzisyenin kaçıncı konçertosunu çalarlar millet de mecburen izlerdi.
İşin bize yabancı olan zihniyet ve proje kısmı bir yana, bu konserde şöyle hoş bir ders vardı. Aletler farklı, sesler farklı, çalanlar farklı ancak eser bir, nota bir olduğu için sonuçta ahenk vardı. Onlardan birisi farklı bir nota çalsa bütün hepsinin emeğini mahvedecekti.
Allah selamet versin, Seyda Melle Ubeydullah Hoca; “ben askerliğimi bando takımında yaptım, herkesin elindeki çalgı aleti farklıydı. Birimiz yanlış çalsa komutan fark ediyordu ve tekrar çaldırıyordu. Bir kişinin hatası yüzünden hepimiz tekrar tekrar çalmak zorunda kalıyorduk” diyordu.
Bu alemde her varlık aynı konserde aynı notaları çalıyor. Nedir o eser:
“Subhanallahi velhamdü lillâhi velâ ilahe illallahu vallahu ekber”
İşte kendi keyfine göre davranıp sapan kimseler, bu notayı yanlış çaldığı için diğerlerinin doğrularını da heba ediyor ve her varlığa onlardan şikayet etme hakkı doğuyor.
Şimdi bir kimsenin kendi köşesinde Müslümanca yaşamasının geçmişe göre çok daha zor olduğu açık değil mi?