Rahman Suresinde tam otuz bir defa tekrar eden “Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” mealindeki ayet-i kerimeyi ezberden okuruz.

Alimler, bu ayet-i kerimedeki yalanlamanın sadece inkar anlamına gelmediğini aynı zamanda nankörlük de anlattığını belirtirler.

Kasım ayının bugünlerini kimi satıcılar fırsat günleri diye ilan ediyorlar ya aslında asıl fırsat günleri, yokluklar, engeller, musibetler ve krizlerdir. Çünkü bu demler, alışkanlık/ülfet ve gaflet perdesinin kalkıp nimetlerin fark edildiği zamanlardır. Şu anda bir türlü dinmek bilmeyen ve her gün onlarca cana mal olan salgın bir imtihan, kendisini dünyanın lideri/jandarması görenlerin şımarıklığı diğer bir imtihan, İslam aleminin uzuvlarının kapandıkları/kapatıldıkları küçük kozalarından bir türlü çıkmamaları ayrı bir imtihan, aniden gelen deprem gibi afetler ve bitmek bilmeyen dört bir yandaki işgaller ağır bir imtihan, bir de güya fikir sahibi Müslümanların maslahat, makam ve menfi milliyete(unsuriyete) adeta depremdeki hayat üçgeni gibi sarılmaları başka bir imtihan.

Sonra diğer halkadaki imtihanlar geliyor. Mesela; dînî ve geleneksel değerlerin zayıflaması, ailenin batı menşeli yasalardan sonra feminizme teslim edilmesi, kanaat ve tevekkülün yerine liberal/seküler yaşam tarzı ile hırslanmış kitlelerin büyüyen maddi kaygıları, sosyal medyanın çok absürt biçimde devlet aygıtının yerini almaya başlaması gibi.

Ardından diğer halka. Yani nimetlerle olan alakamız, bakış açımız, geri dönüşümüz, alışımız, bilişimiz, eda edişimiz, sahip çıkışımız ve hakeza..

Salgın nedeniyle aramızdaki sosyal mesafenin sohbet meclislerini de kapsayacak şekilde açılmış olması ciddi bir problem de, peki dünyanın diğer ucundaki kardeşlerimizle canlı olarak bir araya gelmemize vesile olan nimeti nasıl değerlendiriyoruz?

Hemen; “ya aynı mekanda birlikte olmakla ekranda buluşmak aynı şey mi?” diye savuşmadan bir iki kelama daha müsaade edin. Bakın biz hiçbir kitabın yazarıyla aynı anda aynı ortamda birlikte bulunmuyoruz ancak böyle bir gerekçe ile okumazlık etmiyoruz. Elbette ki, mekân kurbiyeti, yanyana olma ve musafaha gibi buluşmaların tesiri daha fazladır.

Fakat, evvela Allah için şu nimetin bir tadını da çıkarmayı denesek daha isabetli olmaz mı? Üç kişilik beş kişilik gruplarla Siyerden Tefsire, Hadisten, Fıkıha, Usul’den Arapça’ya nice dersleri bir program ve ciddiyet dahilinde niye uzaktan da yapamayalım ki? İşini ve talebeliğini sevmekte zorlananlar hariç, şu anda ilkokulundan üniversitesine bu işi çok düzenli yapan öğretmen ve öğrenciler hiç de az değil.

Sözgelimi hangi muhterem zata; “Hocam/seydam, siz şu anda Finlandiya’dasınız, biz de salgın nedeniyle Muş’da evlerimizdeyiz, beş kişiyiz, sizden her hafta şu saatlerde şu dersi alarak kendimizi geliştirmek istiyoruz, ayrıca ders sırasında anlamadığımız yerleri size sormak da istiyoruz” dedik de red cevabı aldık?

Haydi latifesini de yapalım: İnternet var mı? Var. Uygun telefon var mı? Var. İlme irfana ihtiyacımız var mı? Var. Anlatacak, aktaracak, öğretecek kimse var mı? Var. Ne duruyoruz?

Cezaevinde yan odadaki hocadan ders almak için duvardaki ufacık açıklığın başına oturduğumuz günleri unuttuk mu yoksa.

Bu nimetin şükrü herhalde o sadece araçlarla oyun, eğlence ve sosyal medya gevezeliği yapmak değildir.

Kaldı ki, vakıflar, seminer mekanları tam olarak aktif olsa bile yine bu nimetten en sonun kadar istifade edilmeye devam edilmelidir.

Hakkı ve sabrı tavsiye etmenin her asra, her ortama ve her şarta bakan ayrı bir veçhesi vardır.

Kurtulmanın yolunun genişlediği, vasıtaları çeşitlendiği ve yöntemi kolaylaştığı halde romantik mazeretlerin freninden ayağını kaldırmamak ne menem bir bilmişliktir?

Şimdi bir daha bakabiliriz. Görmek için..