İslam ülkelerinin vatandaşı olup üstelik Müslüman olduklarını söyledikleri halde küffara sadık olanlar için zor zamanlar..

Şartlar her ne olursa olsun batılı ülkelerle ilişkileri asla bozmamaktan yana olan sözüm ona Müslüman siyasetçiler, yazarlar, akademisyenler vs için gerçekten çok çetrefilli vakitler.

Nasıl kıvıracaklar?

‘Batılı ülkeler aydındır, özgürlükçüdür, demokrattır, insan haklarına, çevreye filan saygılıdır’ diye güzelleme yapıp Macron’u istisna etseler olmuyor, zira diğer ülkelerin Fransa cumhurbaşkanını kınayan veya onaylamayan bir beyanları yok.

Macron’un sözlerini te’vil ederek, ‘aslında o şu örgütü kastetti, bu aşırı uçlar demek istedi, fazla abartmayalım’ demeye çalışsalar olmuyor çünkü tam aksine sözleri gayet açık ve net.

Ve işte tam da böylesi beyaz ipin siyah ipten seçilmeye başlandığı demlerde, Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla her pazarın malı olan bu kimlik fukaralarını, ucuz maymuncukları, kullanışlı aparatları, mankurtlaştırılmış zavallıları maske mesafe hijyen formülü de korumuyor, saklamıyor, temizlemiyor.

Müslüman mahallesinin sırtından geçinirken hep dünyanın şımarık nemrutlarının, firavunlarının, hamanlarının, belamlarının, karunlarının, mele ve mütreflerinin icazetiyle, göz kırpmalarıyla, vaadleriyle, iltifatlarıyla, muhtemel uşaklık/dostluk ihaleleriyle şöhret biriktirirken gel de savun Macron’u. Zor kahya zor.

Bunlar, Ayasofya açılmalı dendiğinde, gönüllü kölelik yaptıkları efendilerinin moralleri bozulmasın diye ortalığı velveleye verenlerdir.

Bunlar, ‘İstanbul Sözleşmesinden çekilmeliyiz’ dendiğinde -haşa- bu sözleşmeler nasların da üstündedir tavrıyla frenk feministlerini bile kıskandıracak bir yırtıcılıkla kükreyenlerdir.

Bunlar, l’aiklik de Fransız malı, onu da boykot etmemiz gerekmez mi?’ dediğinizde, ‘bağ ayrı bostan ayrı olamam yardan ayrı’ türküsüyle saz çalanlardır.

Bunlar, ahlak, vicdan, fedakarlık, farkındalık, duyarlılık, huzur ve güven adına insanlığa söyleyecekleri hiçbir sözleri kalmamış modern/post modern gâvurun ölü sevicileri..

Bunlar, Afrika’da, Asya’da üzerine çullandıkları halkları korkutacak mecalleri artık tükenmeye başlamış sahiplerinin bostanından ayrıldığında öleceğini sanan tarla fareleri.

Bunlar, içlerindeki ailesizliğin, ümitsizliğin, edepsizliğin, tatminsizliğin, erdemsizliğin, insansızlığın, yalnızlığın an be an boşaltıp dipsiz kuyulara çevirdiği kof bir medeniyeti kendileriyle ve ahmak teşneleriyle doldurma heveslileri.

Halbuki batı yolun sonunda. Milyonlarca Müslümanı en alçak yöntemlerle soykırımdan geçirdikleri halde, yer altı, yer üstü ve kültürel, ne kadar zenginlikleri varsa kene gibi, ankebut gibi, sülük gibi, haşerat gibi emdikleri, halde, vampirce dişlerini geçirip yağmaladıkları halde akıbetlerini bekleyen felaketin eşiğine geldiler.

Kendilerinden bilip şımardıkça şımardıkları teknoloji etiketli ilahi nimetleri suiistimal de onları kurtarmaya yetmiyor.

Yıkılıyorlar, buharlaşıyorlar, saman alevi gibi sönüyorlar, suları çekiliyor, kaynakları kuruyor, arazileri çoraklaşıyor. Planları tutmuyor, ektikleri yeşermiyor.

Peki buna rağmen hala onlardan yana ümitvar olup, onların karartısıyla sevinen, üstünlükleriyle övünenler bu eşiği nasıl aşacaklar cevabı açık ve net:

“Kesinlikle hak ile bâtılı ayıran bir kelâm olan Kur’an” (Tarık 13) ne diyor:

"Yenileceksiniz, toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü döşektir"  (Âli İmran Suresi 12)