Necip Fazıl`a atfedilen şu dörtlüğü okumuşsunuzdur:

Yüz daha versen yüz uman yüzler bilirim,
Yokuşlara kardeş olan düzler bilirim,
Dünya öküzün üstünde derler ama,
Dünyanın üstünde nice öküzler bilirim…

Devlet dediğiniz zaman, sınırları, kurumları, kuralları, idarecileri ve dolayısıyla halkı olan bir yapı anlaşılır. Halk idarecilere, idareciler kurumlara, kurumlar kurallara, kurallar da sınırlara tabidir. Ancak devletin yönetim şekli ne olursa olsun, idareciler her zaman hesap veren veya hesap sorulan kişilerdir/ en azından öyle olmalıdır.

Bir de yazılı olmayan halk, yazılı olmayan kurallar, kurumlar ve sınırlar vardır. Teamül dedikleri şey, yazılı olmayan kurallardır. Afyon valisinin, patlamadan birkaç saat sonra Genelkurmay Başkanına hediyeler sunmasını, iki tarafın da yazılı olmayan kuralları fazla bilmedikleri veya önemsemedikleri şeklinde de okumak mümkündür. Valiyi teamüllere aykırı davranmakla suçlarken hediyeleri kabul eden tarafı aklamak, herhalde iktidar partisinin AK`lık(!) refleksidir.

Anladık, Afyon valisi, mezkûr olayda teamüllere aykırı davrandı. Peki ya diğer idareciler? Bir hata yapıldığında teamül, yani örf, adet, töre ve makul beklenti, hatadan sorumlu olan kişilerin özür dilemesi ve yapılan yanlış büyükse istifa etmeleri hatta gereken cezayı kabul etmeleridir. Bu, dünyanın her ülkesinde böyledir ve halk ile devlet arasındaki uyumun standardını ifade eder.

Ama gördüğünüz gibi, bu ülkede bu teamül hiç işlemez. Hatta tam tersine yapılan yanlışlar, bu ülkede pişkince savunulur, yapanın yanına kâr kalır ve bunun adına da siyaset denir.

Afyon`da bir patlama oluyor, 25 asker hayatını kaybediyor, tonlarca bomba araziye dağılıyor. Ama ortada ne suçu kabul eden, ne de istifa eden var.  Bu olayda teamül, Genelkurmay başkanının veya konuyla ilgili kuvvet komutanının istifa etmesidir. Ama tam tersine suçlayan, öfkelenen ve konuşması gereken yerde susan bir idarecilikle(!) durumu idare eden bir tavır sergiliyorlar.

Gaziantep`te şehrin ortasında sivillere yönelik bir saldırı oluyor, patlamada on kişi ölüyor. Ama ortada ne olayı önlemedeki kusurunu kabul eden, ne de istifa eden var. Bu olayda teamül, İçişleri Bakanının veya olay bölgesindeki emniyet müdürlerinin istifa etmesidir. Ama tam tersine, olay istisna gösterilip başarılarıyla pişkince övünen bir kıvırmayla yine vaziyet idare ediliyor.

Gerçi Uludere bombalamasında kim istifa etti ki, bugün de istifa etsin. Sel felaketinde, ihmali olduğu halde istifa etmeyenlerden tutun, onlarca kişinin öldüğü kazalarda istifa etmeyenler, binlerce öğrencinin sıfır çektiği sınavlardan sonra istifa etmeyen eğitimcilerden, cezaevlerinde yaşanan idari hatalar ortaya çıktığı halde istifa etmeyenler vs. bu ülkenin yüzsüzlük ve pişkinlik dosyasının adeta aksi yönde teamül haline geldiğini gösteriyor. Gerçekten “alem buysa kral benim” pişkinliğinde kimsenin teamül meamül takmadığı bir ülkede, “aaa vali bey nasıl olur da bunu yapar, hiç teamüllere uymadı” demek de, dibi yanmış bir pişkinlik olsa gerek.

“Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz” hakikati, sürekli elimizde mutlak bir ölçü aracıdır. Hatırlarsanız, Baykal, malum kasedi çıkınca –teamüllere uyduğu için değil- olayın örtbas edilmesi için istifa etmişti. Ancak “ne yaparsan yap, ne olur istifa etme” diyerek Baykal`ın evinin önünde günlerce oturup ağlayan CHP`liler, çok kıytırık ve sembolik de olsa, halkın pişkinliğinin siyasetçileri nasıl yüzsüzlüğe zorladığının veya doğal hale getirdiğinin basit bir örneğidir.

Evet, toplum önce kendisi teamüllere riayet edecek ki, idarecisinden de bunu isteyebilsin. Bugün idareciler, vahim hatalara rağmen, çok rahat vaziyeti idare ediyorlarsa, bunu besleyen, halkın teamüllere uyma kıtlığını da görmek gerekiyor.

Çoğunluğu Müslüman olan bir toplum, mesela “Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir” şeklinde ifade edilen dayanışma teamülünü sürekli çiğnerken, idari teamülleri sakız gibi çiğneyenlere kızması da ayrı bir pişkinlik değilse nedir?

Yani aslında şu an şahit olduğumuz vakıa, toplumun ve devletin ‘teamül tanımazlığının` patlayıp çevreye dağılmasından başka bir şey değildir.