Geçmişten bugüne taun, sıtma, veba, kolera, tifüs, kızamık, su çiçeği, verem, aids ve gribin değişik versiyonları gibi kısa sürede yayılan salgın hastalıklara verilen kurbanların çokluğu, dünya ülkelerini aynı endişede buluştursa da, son örnek gösterdi ki, ortak tedbirler alma iradesi son derece zayıf.

Hatta üretim/kâr-zarar gibi ekonomik sonuçlara indirgeyenler mi dersiniz, karşılık/etme bulma gibi göreceli teolojilerle duyar kasanlar mı dersiniz, beslenme/kelle-paça repliğinde hafife alanlar mı dersiniz adeta olay, “benden uzak olsun da” modundaki lakayt
bireyselliğe magazin malzemesi yapılmış vaziyette.

Dünya Sağlık Örgütü gibi irili ufaklı organizasyonların elbette ki kaydadeğer çalışmaları var ancak bu son vaka da gösteriyor ki, çözüm üretme amaçlı ortak faaliyetler, veri toplama daki gayretlerden çok çok düşük.

İnsan parantezindeki müşterek değerlerden kopuk, hiç bir etik filtrenin kontrol etmediği/edemediği şu paylaşım çağında, virüsün kendisi mi daha etkili yoksa imajı mı? sorusunun cevabı da zaten belli.

Tabi ki imajı, haberi, dedikodusu, görseli, vizyonu, hikayesi... Bunun için ajanslar’ın virüsün, bir İslam ülkesindeki seyri ile İtalya’daki seyrini aktarma biçimi arasındaki farka bakmak yeterli.

Allah muhafaza yarın Türkiye’de bir ölüm olduğunda da aynı heyecanı göstereceklerinden şüpheniz olmasın.
Aşkın bir güce yönelmesini önlerken ilahlaştırmayı amaçladığı insana, acizliğini unutturmak isteyen transhümanizm, bu son trajediye tam da fizik alemde sürtünmeyi, metafizik planda ise empatiyi sıfırlamaya çabalarken yakalandı.

Bu virüs “öteki” insan için gelecekte kullanılmak üzere birazcık duyarlılık da getirmiş midir bilinmez ama, ahlakî bir muhasebenin kapısını hafifçe araladığını söylemek mümkün.

Çin, yakın geçmişte de bu tür yaygın ölümcül hastalıkların anavatanı olmasaydı, son virüsle ilgili komplo teorilerine bir nebze itibar edilebilirdi.

Kaldı ki, ihtiyaçların teknolojinin hızına endeksli biçimde artırıldığı günümüz dünyası küçük bir semt pazarı haline geldiğine göre virüsleri savaş enstrümanı görmek mantıklı olmasa gerek.

Korona, havalar ısınana kadar ve bulunduğu açıklanan aşısı/tedavisi netlik kazanana kadar yani bir kaç ay daha dünyanın ilk gündem maddeleri arasında olmaya devam edecek.

Geriye ise sadece kayıplar değil, bu vesileyle devletlerin, toplumların ve insanların olayı nasıl değerlendirdikleri, birbirlerine bu anlamda nasıl muamele ettikleri gibi dersler de kalacak.

Bu arada temizliği en çok önemseyen din olan İslam’a da bu vesileyle inşallah yönelişler artacağı gibi hijyen hassasiyeti tüm dünyada biraz daha pekişecek.

Türkiye’nin bu musibetten korunması da evvela ilâhi bir inayet olarak görülmeli.
Öte yandan teşhis hızındaki teknik başarıyla birlikte alınan tedbirlerle konuya odaklanılması da Türkiye içintakdire şayan bir husus.

Bu kadar bilgi, tecrübe ve gücüne rağmen insanlığın, gözle görünemeyecek kadar küçük bir virüs karşısındaki ibretlik durumu ise, girmiş olduğumuz şu mübarek üç aylar vesilesiyle de
herhalde üzerinde çokça tefekkür gerektiren diğer bir konu.

Buradan Müslüman kendine ne kadar yakîn, ne kadar ihlas, ne kadar takva, ne kadar güzel ahlak kazanabilirse kârdır.

Ve koronayı konuşurken, şu memlekette oldukça yaygın ve ölümcül olan kanseri de unutmamak lazım. Ve tabi ki, kanser gibi bir çok hastalığa giriftar olmuş kardeşlerimizi..

“Allah’ım, bize Recep ve Şaban’ı mübarek kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır diye niyaz eden Muhammed Mustafa’ya salat ve selam eyle. Bu salavat hürmetine tüm hastalara şifalar ihsan eyle. Korona gibi illetlerin de kökünü kurut.” Amin