“Ey Ayşe! Kıymetli olana saygı göster. Çünkü ekmek parçası hangi topluluktan nefret edip kaçmış ise, kesinlikle bir daha onlara dönmemiştir.” (İbn Mace, Et’ime 52)

Resulullah(sav) Ayşe annemizi ekmeğe hürmet konusunda böyle uyarmıştır. Başka bir hadis-i şeriflerinde de; “Ekmeğe hürmet ediniz.” diye emretmiştir. (Taberani, Mu’cemul Kebir 22/335; Heysemi, Mecmu’u’z-Zevaid 5/34)

Yine Ramuz-ul Ehadis ve İhya-u Ulumu’din gibi eserlerde, cennetten indirildiği belirtilen ekmeğin, kırıntılarının dahi cennet hurilerinin mihri olduğuna ve bu kırıntıları yemenin maddi darlığı giderdiği gibi çocukları da ahmaklıktan koruduğuna dair hadisler okuruz.

Bütün nimetlerin somut ifadesi yani sembolü niteliğindeki ekmeğe, diğer semavi dinlerde de hürmet edilir. Sadece ekmek de değil, buğday, başak, ekin, tarla, un ve fırın gibi ekmeğin akrabaları da bu özel ihtirama dahildirler.

Bu coğrafya için, ekmek çoğu zaman, hayır bereketin, keramet ve faziletin, nasip ve kısmetin tılsımlı bir anahtarı olarak görülür.

Fatiha başta olmak üzere Kur’an-ı Kerim’de 97 yerde zikredilen Nimet  ve Nimetlendirme hakkında, takdir etmeme, üzerini örtme, istememe, gaflette bulunma, yüz çevirme, kendinden bilme, şükretmeme gibi bir çok menfi tutum nazara verilerek muhataplar uyarılır.

Ve hepsinin ortak ifadesi nan-körlüktür yani ihsan edeni/lütfedeni görmemekten kinaye olan ekmek körlüğüdür. Bu ise, baştaki gözün kusurunu değil, kalpteki ayn’ın kuruluğunu anlatır. 

Bir İskandinav ülkesinde değil, görkemli medeniyetinin çarkı kırılsa da, hâlâ günde beş vakit camilerinden yükselen ezan seslerinin göğünü ferahlattığı İstanbul’da, tam da eğitim öğretim sezonunun başında dehşetli bir haber yansıdı bültenlere.

Ellerindeki simitleri kopartıp atan öğrencilerin bu halini eğlence kıvamında gülerek izleyen öğretmenler, çok doğal bir iş yapıyormuş gibi yere atılan ekmek kırıntılarını süpüren görevliler ve bu olayı onaylayan veliler.

Oradaki gençlere sorulsa belki de; “ekmek çarpsın, kötü bir niyetimiz yoktu” diyecekler.

Heyhat aslında bu olay, “bize ne oldu?” sorusunun da net bir cevabıydı. Hani şair, “Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu, ne olduysa hep bize azar, azar oldu” demişti ya azar azar azarken geleceğimizin aynasında o ekmek kırıntıları gibi kocaman bir hayal kırıklığı olduğunu da fark etmiş olduk.

Kim bilir daha nice okulda bunun gibi felaketler yaşanıyor?

Şimdi o çocuklar, o okulu başarıyla bitirip ciddi mevkilere gelecekler, kimi işveren olacak, kimi ekonomist.

Ve yerde gördüğü ekmeği öperek alıp bir duvar başına bırakan toplumda, kendilerine nice makam mevki emanet edilecek.

Şimdi şu soruların cevabını aramak şart değil mi?

Acaba bunlara nimetin sahibini ve kıymetini neden öğretmedik/öğretmediniz?

Kitaplarının ilk sayfalarında neden Besmele yok?

Diğer İslam ülkelerinin neredeyse tamamında olduğu gibi neden sabah, Fatiha okuyarak okula girmezler?

Neden bu memleketin zengin irfanına hala kör kalınarak saygısız, duyarsız, bencil bir kuşak yetiştirmek için ısrar edilir?

Neden bu köksüzlük, öngörüsüzlük, fütursuzluk?

Eğitim mi? Bırakın Allah aşkına. Önce şu yangını söndürün.