‘Özel zamanlarda normaldekinden elli kat daha fazla taksi ücreti ödüyorsanız neredesinizdir?’ şeklindeki yarışma sorusunu ‘Mekke-i Mükerreme' diye cevaplayıp ödül almak ne kadar da yüz kızartıcıdır.

En mübarek beldenin en mübarek mekanı Kabe-i Muazzama ve çevresindeki ibadet mahalli; Mescid-i Haram. Safa Tepesi tarafındaki kapıdan çıktığınızda karşınızda kale gibi bir duvar buluyorsunuz. Neredeyse Mescid-i Haram’a bitişik olan bu duvar, kralın Misafir Sarayı’na ait. Ve bu yüksek duvarda üzerinde ‘Et’tedhin-u Haramün’(Sigara Haramdır) yazılı bir uyarı panosu var.

Kabe-i Muazzama’nın dibine kadar sokulup helalinden(!) yaptıkları kral köşkünün duvarındaki o samimiyetsizlik de en az yukardaki sorunun cevabı kadar küçük düşürücüdür.

Ve acizliğimizi bahane edip de sadece iç çekerek kınamakla yetindiğimiz her pısırık tavrımızla farkında olmadan eğitiliyoruz.

Artık kendi dünyalarımızda da aynı şehirler var, özel zamanları birbirimizi sömürmek için fırsatlara çevirdiğimiz.

Yine nasihatlerimiz var, kutsala karşı cüretle ördüğümüz duvarlar üzerinden söylediğimiz..

Kaşıkçı’nın eritilmiş gövdesi ve Mursi’nin boğulan nefesi  kadar ağır cürümlerin gölgesinde rezil olmak gibi ilâhi bir gazaba düşmemişiz elhamdülillah.

Ancak haksızlıklar karşısında tepkilerimiz terk-i mesai ettiği anda, zulmetin gölgeleri öyle koyulaşır ki, Allah muhafaza 18 yıl minarelerinden ezanı yasaklanmış bir dilsiz geçmişin korkuyla doğmuş çocuklarına döneriz.

Mevzu; mesela, İslami davadan içerde olan Yusufi’lerin bir defasında, “Hakkımız olan istihkakı neden vermiyorsunuz, Allah’tan korkun” şeklindeki hak arayışlarına cezaevi müdürünün; “Bari siz yapmayın yahu. Siz dindar insanlarsınız. Siz şükür ve kanaat ehlisiniz, nasıl yemeğin azlığından şikayet edersiniz?” deyişi kadar basit değil.

İrademizle alakalı erdem ve fazilet adına ne varsa hepsinin esasını, “çelişkileri azaltmak” diye iki kelime ile özetleyebiliriz.

Diyelim ki, en doğrusunu yapıp faizleri indiriyorsanız ve enflasyonla mücadele ediyorsanız elektrik ve doğalgaza yapılan yüksek zamların bir izahı olmalı.

Yol, köprü, havaalanı gibi takdire şayan ve alkışlanacak hizmetlere imza atarken, alınan astronomik geçiş ücretlerinin ve pahalı ulaşım ücretlerinin makul bir gerekçesi olmalı.

Ekonomi ve ticaret ağının bir yerlerinde spekülatörler var ve bunlar kontrol edilemiyorsa, halk; “acaba bunun bedeli bana mı ödetiliyor?” dememeli.

Üstelik mesele sadece yatırım ve pahalılık paradoksuyla sınırlı değil.

Oy, çevre, nüfuz ve güç devşirenler, toplumda ahlaksızlığın yayılmasından beslendiği halde İstanbul Sözleşmesi gibi projeler karşısında bir türlü adım atılamaması, boşanmalar tavan yaptığı halde sorunun sebeplerine sıkı sıkı sarılmaktaki ısrar, eğitim ve gençliğin problemleri için yavaş adımlar, muhacir karşıtlığına verilen pirimler gibi birçok konu Hak ve adalet terazisiyle tartılmayı bekliyor.

Ve vakit, sosyal medyanın kitleleri etkileme hızından çok daha hızlı geçiyor.

Sözle amel arasında, aynı iki durum, iki şahıs, iki olay, iki zaman, iki yer arasında, muamelelerin farklılığı arttıkça, kalabalıklarda içten içe bir sorgulama başlar.

Umudun kanatları ise vicdanda cevaplanmış sorulardır.

Ve Allah’tan umut kesilmez.