“Rahman ve Rahim olan Allah`ın adıyla. Sevenin, sevdirenin, evlenin, evlendirin diyenin adıyla.

Zindan köşesinden gazete köşesine, kalbinde sevmek diye affedilmez bir suç taşıyan Mansur`ca Selam.

Cellatlarıma da söyleyin; tazelesinler abdestlerini! ‘Ene`l Hak` diyesim var.

  Aşk makamında omuzuma konan yükün garip hammalı iken vicdanınıza inilti gibi çökmek ar değilse, mezar taşımdaki Fatiha`m şahidim olsun derdimi umursamaz iseniz Vekilim yine Allah`tır.

Mazlumun adı sorulmaz da kim olduğumu en az sizin kadar ben de anlamaya çalışıyorum. Kimliğim infazda, elimde ise giydiğim hükmün etiketi ve üzerinde tevkif tarihim.

İsyandan Rabbime sığınırım, kader-i ilâhi gücenmese hangi cürmümden dolayı bu diriler kabrine konduğuma kahredecektim. ‘Suçun saz çalmakmış öğrendiğimiz kadar` deselerdi inanın yine bahtiyar olurdum. Ama şimdi henüz on sekiz yaşına girmemiş bir kızla nikah kıymaktan tutuklandım, yargılandım ve gereği düşünüldü, üzerime kalem kırıldı.

İsmi Ahmet olanların çıkardığı kanunla ve adı Mehmet olan savcıların, hakimlerin hükmüyle önce annem yıkıldı, sonra hasta eşim ve her görüşte, “baba sen de bizimle gel” diye ağlayan küçük kızım.

Züleyha`nın kitlediği kapıların hangisiydi yüzüme kapanan bilmiyorum, sahi biz hangi rüyadaki zayıf başaklarız. Dedim ya kim olduğumu iyice karıştırdım.

 Ümmetine çok düşkün Efendim`e salat ve selam olsun. Dedim ki, Ya Resulallah! Sen şöyle buyurdun: “Üç şeyi geciktirmeyin. Vakti gelince namazı, hazır olunca cenâzeyi ve denk birini bulunca bekârı evlendirmeyi.” (Tirmizî, Salât 13/171)

Ve Sen de Ashabın da evlilik için yaşı değil rüşdü işaret ettiniz. Bu zavallı muhibbin ise, bugün Ayşe annemizin yaşını giyotine çeken Müslümanların elinde esir. Hicretim Allah`a ve Resulüne iken ezanların okunduğu diyarda garip kaldım, aciz bir avareyim.

"Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar edeceğim." (Beyhakî 7/81) buyurdun. Evlendim ama garbın afakını memnun etme azmindekiler, beni tutuklamakla iftihar mı ediyorlar bilmem.

“Zindan iki hece Mehmed`im lafta” demişti şair. Anladım ki, lafta olan sade ben değilmişim, dost ve emin bildiklerim de ailem gibi, hayallerim, ümitlerim gibi lafta imiş.

Ardından pencereme Hüdhüd`ün bıraktığı mektuba baktım, “af” yazıyordu üzerinde. Gece gibi karardı dünyam. Neyin affı diye usulca ağrıyan sevdama sarıldım: “Herkesi de beni de affet Sultanım.”

Köşenizi meşgul ettim. Gençti evlendiğim, rüşdünde idi, sormamak yasaktı dediler yaşını..

Ben kimim, nedir suçum!”