Memlekette mesele çok. Yüksek faiz, pahalılık, enflasyon, iflaslar, işsizlik, artan nikahsızlık, dağılan aileler, zararlı madde bağımlılığı, adaletsiz tutumlar, yerel yönetimlerde yolsuzluklar, eğitimde ve akademide düşüşler, spesifik cinayetler, mantar gibi orada burada bitiveren defileler, Romalılara özenen büyükelçiler, bölgesel desiseler ve daha bir çok sorun var.
Bunlar yetmezmiş gibi bir de Müslüman halkın çocuklarına, velileri istemese bile zorla dayatma gerici metinler okutma ısrarı gibi yeniden keşfedilenler var.
Sonra Türkçe Ezan gibi muhtemelen sahte rakı içmekten kaynaklı laik karakterli tehditler.
Şu Ezan meselesi aslında hep gündemde kalmalı. Ki onunla beraber konuşulamayan tabular da tartışılsın.
Evvela şunu tespit etmek lazım. Türkiye`de kendilerini demokrat, aydın, solcu ve kültürlü diye pazarlarken, gerçekte ise İslam karşıtlığında birleşen ne kadar profan, mülhid çevre ve organizasyon varsa hepsi son kertede iyice zayıfladılar.
Bunun sebebi, sadece beslendikleri vesayet odaklarının düştüğü durum değil. Veya artık ihale almak için elverişsiz görülmeleri de değil.
Asıl neden şu: Yeni bir fikir, sanat, çözüm, söylem, yorum, slogan, eser, şahsiyet, etkinlik, teşkilat, disiplin, heyecan, dinamizm, idea, ideal, idol ve tarz üretemiyorlar.
Mesela, tiyatro ve sinemada eskisi gibi dezenforme yapamıyorlar, üstelik bel altı saçma yapımların onları da vurduğunu anlamış durumdalar.
Sosyal ve siyasal analizde, tahlilde, tartışmada eskisi gibi net değiller, çünkü iddiaları bitti, yenileyemiyorlar. O yüzden öfkeden deliye dönmüş haldeler.
Amerika karşıtlığından kazandıkları primleri de çok ucuza satalı yıllar oldu. Gençliğe sundukları cop izli, marşlı ve eylemli fantezilerin ise nostaljisi bile kalmadı.
Beş yıl önce, “mesele ağaç değil sen hala anlamadın mı” diyerek son çırpınışla bir anlamda veda ettiler.
“Ateizm, deizm bakın acayip artmış” diye duyar kasma numarası yaparak güvensizlik oluşturma çabaları da tutmuyor. Rejimin kurucu dokunulmazlığı zırhıyla son kozlarını oynuyorlar.
Elbette ki şimdi kendi aralarında, Türkçe Ezanı savunmanın kendilerine ne kaybettirdiğinin değil, muhaliflerine ne kazandırdığının önemli olduğunu konuşacaklar ve bir daha şecaat arz ederken sirkatlerini söylememeleri için birbirlerini sıkı sıkı tembih edecekler.
Ama ah şu tarih yok mu, ne kadar üstünü örterseniz örtün, bir gün başa bela oluyor işte. Hani İnönü zamanında da değil 1932 yılında zorla “Tanrı Uludur” dedirtilmeye başlanıyor ve ta 1950 yılına kadar sürüyor.
Türkçe bilmediği için mecburen Arapçasından okumaya devam eden Mardin`li Abdurahman Uğurlu gibi hapsedilenler, Ankara`lı Sadık Çakırtepe gibi Arapça okudu diye defalarca tutuklanıp zehirlenenler, akıl hastanesine atılanlar ve sırf bu yüzden idam edilenler.
Eh bunları da geçmişten silip atamıyorsunuz. Haydi diyelim ki, bunları unutturdunuz ezanı aslına çevirme suçundan(!) idam edilen bir başbakan var. Onu nasıl yok sayacaksınız.
İnanın ellerinde iktidar yetkileri olsaydı, ezanı tekrar “Tanrı Uludur” diye okutmazlardı -zira onu asla başaramazlar- ancak “şu tarihler arasında ezan şöyle okundu” demeyi suç sayarlardı. Neden? Çünkü bu lekeyle yaşamak, protokol gereği bulunmaları icap eden cenaze namazlarında şöyle kasılıp, “Allahüekber” diye tekbir almaktan da, mitingde; “ben her gün Cuma namazına giderim” dedikten sonra vaziyeti kurtarmaya çalışmaktan da daha zordur.
Hasılı bu Ezan-ı Muhammedi var ya, sadece andın ters estirilen rüzgarını durdurmak değil inşallah daha çok iş yapacak.