“Ey İnsanlar, sözümü iyi dinleyin. Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem`in çocuklarısınız; Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” (Şuabu`l-İman, 7/162)
Ne zor bir haftaydı. Bunca sıkıntı dert, tasa yetmezmiş gibi, memleket bir kafatasının içine hapsedilmeye çalışılıyordu ki direkten dönülmüş oldu. Ahmak unsuriyyet değil Akl-ı selim galip geldi. Bu and meselesinin yankıları devam edecektir de meselenin milliyetçilik üzerinden tartışılması bir açıdan iyidir. Çünkü, bu ülkenin temel sorunu, üzeri örtülerek, geleceğe bırakılarak veya aman şimdi görmezden gelelim denilerek yok olmaz, aksine büyür, dallanır, budaklanır.
Rejimin dayandığı iki esas var; laiklik ve unsuriyet. Bu iki elbise batıda hangi halk, hangi devlet ve hangi zaman için dikildiyse oraya iade edilmelidir.
Olmuyor Mösyö bu elbise olmuyor. Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Çerkeziyle, Lazıyla bin seneden beri birlikte cihad etmiş, kaynaşmış, hısım akraba olmuş bir halkın bütün unsurlarının dilini, kültürünü, tarihini tek bir unsurun astarı yapıp boca eden bu elbise çıkarılıp a-tıl-ma-lı.
Laik rejim, kafatasçı milliyetçiliğiyle ne zulümlere imza attı, nasıl ayak bağı oldu, nasıl geri bıraktı, nasıl bedeller ödetti bilmeyen var mı? Ya da şöyle soralım, bu ikisinin bir şekilde sarsmadığı kimse kaldı mı? O zaman, bu and meselesi ile kastedilen her şey masaya yatırılmalı. Gerekirse millete gidilmeli.
Milliyetin ne olduğu doğru öğretilmek zorundadır. “Yüz yıl öncesine kadar içerisinde yetmiş iki millet bulunan Osmanlıya Türk deniliyordu, “tek millet ile” kasıt budur” deniliyorsa o zaman hem Osmanlı`nın millet, milliyet ve milli kelimelerine biçtiği mana, hem de bugün Türk`lüğün getirildiği nokta açık ve net biçimde izah edilmeli.
Bediüzzaman, müspet milliyet fikri ile menfi milliyeti çok güzel izah etmiş, mesela o kısımlar okullarda okutulabilir. Mehmed Akif`in, ırkçılıkla ilgili söyledikleri işlenebilir. Irkçılığın ne olduğu, dünyada ve bu ülkenin tarihinde ne kadar büyük zararlara yol açtığı iyi anlatılmalıdır. Türküm demekle, herkese Türküm dedirtmek arasındaki farkı idrak etmeyenlere de, Müslümanım demekle, herkese Müslümanım dedirtmek arasındaki fark için ne düşündükleri sorulmalı.
Hem bölünmeye şiddetle karşı çıkıp, hem de bölünmeyi tahrik edip kamçılayan sözlere sahip çıkmak, tam bir Hebenneka tavrıdır. Hamakatine dair çok misal verilen Hebenneka, yaşlanmış yetmişine gelmiş ama yaşını unutmaya başlamış. Yaşını hatırlamak için evinin önüne yetmiş fidan dikmiş. Ancak sulamayı unuttuğu için fidanlar kurumuş, karısı da o solmuş fidanların hepsini kuru ot zannederek kaldırmış. Hebenneka bahçede hiç fidan olmadığını görünce: “Hanım, demiş, çabuk bana bir beşik hazırla, galiba yeni doğdum.”
Dedik ya mesele tartışılsın, herkesten görüş alınsın Yemen`de, Galiçya`da, Sarıkamış`ta, Çanakkale`de ve daha başka nerede bir şüheda kabristanı varsa oradaki “diriler” de dinlensin. Sadece onlar değil, dört asır önce binlerce kilometre uzaklıkta Müslüman Açe`li kardeşleri için Portekiz`lilere karşı savaşıp şehid düşen yüzlerce Osmanlı askeri gibi, Gazze`deki Müslüman Arap kardeşleri için can veren Furkan`lar ve Ali Haydar Bengi`ler de konuşsun.
Herhalde söyleyecekleri şudur: “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.” (Al-i İmran 103)