Alınan kaç beddua bir duayı siler? Ya da arşa yükselen kaç “ah” bir iyiliği iptal eder?

Aman karamsar olmayalım, aman ha moralleri bozmayalım, birilerinin yaptığı gibi fırsatçılıkla felaket tellallığı yapmayalım, müspet davranalım, yapıcı olalım.

Adaletsizliğe uğrasak da adaletle ve hakkaniyetle muamele edelim.

Peki, iyi güzel de yetkili makamlar eliyle yaşatılan mağduriyetler için ne yapalım?

Mazlumun feryadını duyduğumuzda ne yapalım?

Anasının ak sütü gibi helal kazancı, emeği ve alın teri gasp edilenleri gördüğümüzde ne yapalım?

Kanunların birilerine ayrı ötekine ayrı uygulandığını, hukuksuz ve keyfi tutumların korkunç boyutlara ulaştığını fark ettiğimizde ne yapalım?

Mesela hiç bir suça karışmamış, hiçbir suç örgütüyle geçmişte ve şimdi iltisakı olmamış insanların, bir anda “güvenlik soruşturması” denilerek işinden atıldığına, belgelerinin, izinlerinin yok sayıldığına, sınavlardan yüksek puanlar alıp atanmışken yerleştirilmediklerine şahit olduğumuzda ne yapalım?

 Sorunu iletmek ve çözüm bulmak için gittikleri tüm kapıların da yüzlerine kapandığını öğrendiğimizde ne diyelim kendilerine?

Ayyuka çıkmış zulümler ve apaçık yanlışlar karşısında üç maymunu oynamak iman, iz`an, insaf ve insanlıkla nasıl bağdaşır?

“Devletler kötü yönetilen ekonomi yüzünden mi yoksa zayi edilen adalet yüzünden mi yıkılır?” sorusunun cevabı herhalde şöyle olmalıdır: Adaletsizlik önce ekonomiyi felç eder. Sonrasında ise bol bol dua okumak lazım.

Neyse ki, inancın ve toplumdaki aidiyetlerin yüklediği yükümlülükler, aynı gemide olmanın getirdiği sorumluluklar, insanlığa, tarihe ve gelecek nesillere karşı ödevler, imanın gereği olan ümidi ve hüsn-ü zannı işaret ediyor.

Her ne kadar “ah şu güzel gören gözümün nazı” diye kavrulmuş sitemleri susturacak bir sabrı güncellemek zor olsa da Allah`a sığınıyoruz.

Evet, sürekli geleceğe ertelenen sorunlar artık itilemeyecek kadar ağırlaştı. Bu kış bir çığ var, fotoğrafı çekilecek kadar netleşmeye başladı. Allah yardım etmezse altından kalkmak öyle kolay gözükmüyor.

En azından böyle zor dönemlerde, kırılan kalpler hatırlansaydı, rasgele tutumlarla üzülen, görmezden gelinen nice ezilmiş ve mahrum edilmiş kimselerin gönülleri yapılsaydı ilahi rahmeti celp etmez miydi?

‘Köprüden önceki son çıkış` tabelasına ne kadar kaldı bilinmez ama şimdi bol bol “salaten tüncina” okunmalı. Ve gönüllerin, göstergelerle alakalı olduğu unutulmamalı.

Ve oğlunun öyle masumca hapislerde tutulduğuna kahreden anne yürekleri.. Zor değildi, soğutulsaydı belki de şunun bunun ateşi yükselmeyecekti.

Söylenecek sözlerin daha nokta koymadan buharlaşıp uçtuğu değersiz bir zeminde bu kadarı kafi. Allah bu memlekete yardım etsin.