Yeryüzünde iki milyara yakın Müslüman yaşıyor. Müslümanlık ortak paydası dışında aralarında nice farklılıkları var. Dilleri ayrı, gelenekleri, alışkanlıkları, tarih ve coğrafyaları, çarşı pazardan tutun sanatın enva-i çeşidine kadar özellikleri ayrı.

Burada bir inceliği de hatırlayalım. Allah-ü Teâla hem Vahid hem de Ehad`dir. İkisi de tekliği anlatır. Vahidiyet bütün üzerinde, Ehadiyet ise ferd ve cüz(parça) üzerinde tecelli eder. Mesela her insan bedeninin baş, gövde, kol ve bacak gibi ortak özelliklerle yaratılması Vahid`den, her insanın bir diğerinin(ikiz olsa bile) yüzde yüz aynı olmaması ise, Ehad`den haber verir.

Bunu irade sahasına taşırsak yeryüzündeki bu kadar Müslümanın aynı din üzerinde ittifakları vahdet için yeterlidir. Ancak bu birlik, aralarındaki farklılıklara da Ehad isminin bir yansıması olarak bakıldığı zaman bir anlam ifade eder.

Yoksa “bir araya gelelim” denildiğinde “düşüncelerimiz, kabul ve kanaatlerimiz, amellerimiz, fiillerimiz, eserlerimiz, tercihlerimiz, tarz, tavır, üslup gibi bütün varlık alametlerimiz aynı olsun, aynı şekilde konuşalım, aynı kişileri seçelim, aynı pencereden bakalım, aynı aynı” diye devam eden robotik bir yeganeliğin kastedilmediği açıktır.

Rum Suresinin 22. Ayet-i kerimesinde “dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O`nun ayetlerindendir” buyrulurken farklılık, “ihtilaf” kelimesi ile ifade edilmiştir.(bkz: “ihtilafü elsinetiküm ve elvaniküm”). Dolayısıyla “ümmetin ihtilafının rahmet” olduğunu beyan eden Nebevi fermanı da, çeşitlilik ufkundan çekişme sığlığına çekip Hadis-i Şerifi uydurma diye itham etmek aşırılıktır. 

Geometrinin temel kuralı şudur: “İki noktadan tek doğru(düz çizgi) geçer.” Bu aynı zamanda şu anlama gelir: “İki noktadan sayısız eğri(kavisli çizgi) geçer.” Peygamber Efendimiz(sav), Mekke`den Medine`ye uzanan hicret yolculuğuna, herkesin bildiği yoldan değil önce aksi cihetten giderek başlamıştır. Çünkü mesele yolun düz olması değil, müstakim olmasıdır. Hepimiz Allah`a gidiyoruz. Lakin, herkesi illâ aynı güzergâha veya aynı vasıtaya zorlamak, totaliter rejimlerin doğasında olabilir ama fıtrata yani sünnetullaha aykırıdır.

Hepimiz aynı Adem`in çocukları iken kabile kabile, millet millet diye değişen yaratılışımızın madem ki, birbirimizle tanışmak, ülfet ve ünsiyet etmek gibi bir sırrı var.

O zaman hepimizin beyaz olması, tek renge bürünmesi değildir esas olan. Kimimiz yeşil, kimimiz sarı da olmalı ki, rahmetin neden bir alemle değil de alemlerle anıldığı daha güzel anlaşılsın.

Üstadın dediği gibi: “Hak namına, hakikat hesabına olan tesadüm-ü efkâr(fikirlerin farklılaşması) ise, maksatta ve esasta ittifakla beraber, vesâilde(vesilelerde) ihtilâf eder. Hakikatin her köşesini izhar edip hakka ve hakikate hizmet eder.”(22.Mektub)

Farklılıklar zenginlik değil de, zarar, kayıp, öteki, isyan ve oyunbozanlık olarak görülürse erdem, fazilet, kardeşlik, hürmet ve muhabbet gibi değerler ucuzlaşır, kıymetini yitirir.

Hayır yarışında zulüm olmaz. Mesele, hepsi aynı tornadan geçirilerek üretilmiş bir topluma baş olmak değildir mesele, yeteneği, birikimi, talepleri ve hayata bakışı çok çeşitli olan bireylerden müteşekkil bir millete hizmetçi olabilmektir.

Rabbim hakkımızda hayırlı olanı nasip eylesin.