Şu diyarda kabul edilsin edilmesin, bilinsin bilinmesin bahar demek, Mart demek; Bediüzzaman demek.

Bitlis, Muş, Van, Burdur, Isparta, Barla, Denizli, Afyon, Emirdağ, Eskişehir, Kastamonu, Şanlıurfa, İstanbul, Şam, Kosturma, Sibirya, Nurdağı, Çamdağı, Erek dağı ve her nerede mesela “iman, insanı insan eder” sözü yankılanıyorsa orası; Bediüzzaman demek.

İhlasın, kaç rengi varsa, hepsi kullanılıp bir resim yapılacaksa, o tablo; Bediüzzaman demek.

Acının, elemin kaç ahı varsa, sessiz, boğucu, ezici gâh kelepçeli, gâh zehirli, gâh aşağılayıcı ve hepsinin temaşa edildiği bir müze yapılacaksa o müze; Bediüzzaman demek.

Metanetin metali demir midir, çelik mi, haydi en sağlamına elmas diyelim, lakin, Sırr-ı Sübhanî ile etten kemikten dokunanı; Bediüzzaman demek.

Sabır kaç çeşit ilaç ise, ne zaman ne kadar alınması lazım ise, hangi eczanede, hangi ölçülerle terkip ediliyorsa, o devanın tiryakı; Bediüzzaman demek.

Tevekkülün kaç makamı varsa, kaç notası, kaç nağmesi varsa, hepsini mezcedip icra edilecek eserin bestesi, güftesi; Bediüzzaman demek.

İzzetin kaç tahtı, kaç neferi, kaç zabiti varsa, hepsi ile yürüyecek ordunun serdarı; Bediüzzaman demek.

İlmin kaç maddesi varsa, hangi kapısı nerede kime ne kadar açılıyorsa, ‘her suale cevap verilir` levhası altında Risale Risale ders veren Seydası, Üstadı; Bediüzzaman demek.

Kardeşliğin, uhuvvetin her mevsim buram buram ünsiyet kokan ne kadar çiçeği, gülü, lalesi, karanfili varsa, destesi de bağbanı da; Bediüzzaman demek.

Muhabbetin, gönül gönül yeşerdiği ne kadar bostan varsa ve Allah derken, salavat çekerken ne kadar aşka gelip filiz veriyorsa tane tane, cümle cümle meyvesi; Bediüzzaman demek.  

Ümidin, hangi aynada kaç aksi, hangi parlak çehrede kaç türlü yansıması varsa, tebessümü, gülümsemesi; Bediüzzaman demek.

İslam`a, Kur`an`a davetin, irşadın, ıslahın ve “in tensurullahe”nin kaç çeşit usulü, üslubu, aracı, derdi, çilesi varsa, hangisine “hususi ikram” ile iltifat ediliyorsa, bu hizmetin hadimi; Bediüzzaman demek.

Oraya düşmesin yollar ama zindanda başınızı okşayıp sizi teselli eden bir el bulacaksınız, eserleriyle kırılan kalbinizi satır satır yerine dizerken, belki de ne zamandan beridir öyle derinden, öyle tatlı nefes almadığınızı hissedeceksiniz. Mübalağa etmiyorum, adeta Rahmet-i İlahi`nin dört duvara üflediği nefes, Bediüzzaman demek. Sadece Medrese-i Yusufiye`ye değil, sıkıntı ve belalara duçar olanların kâffesine huzur Bediüzzaman demek.

Gözlerimizi kapatmakla gece olmuyor, o yüzden şapkadan tavşan çıkarma numaraları ile avunmaya ara verip şu hakikati sahibine teslim etmek gerek: Yüz yıl önce şu memleketi, tek dişi ile öğütmeye kalkan canavara vurulan manevi yumruk Bediüzzaman demek.

Ve sen, “dili ağır, kelimelerini anlamak zor” nakaratıyla kışa yürüyen çekirge! Şu sazı elimizden bıraksak artık diyorum. Karınca kararınca habbe habbe okusak bu türkü değişecek emin ol..

Ve “ilham geliyor, bana yazdırılıyor” tekerlemesiyle şiir döşeyen muhterem şair! Hepsini değil sadece Haşir Risalesi`ni bir oku. Gör sana da ne ilhamlar gelecek..

Ha bir de “şu ebced mi cifir mi neyse, ayetten, hadisten, duadan işaret filan çıkarıyormuş” diyen acaip duyarlı kardeş! Lütfedip bir hüsn-ü zan abdesti aldıktan sonra, müellifin yaşadığı dönemin şartlarını, çileli mücadelesini, bunun için gerekli olan moral motivasyonu ve öyle bölük pörçük değil baştan sona eserini bir kere insafla mütalâa etsen, belki de o Cifir ilmini daha önce kimlerin nerede nasıl kullandıklarını da fark edeceksin.

Elhasıl, hangi milletten, mezhepten, meşrepten, hangi grup, cemaat ve tarikatten olursak olalım, hangi düşünce sistemini savunursak savunalım, bize lazım kılavuz Bediüzzaman demek.