Kilisenin acı tecrübesini yaşayan Batı, Aydınlanma ile birlikte bu soruna çözümü, kilisenin temsil ettiği dini, hayatın dışına atmakta gördü. Buradaki en büyük hata kilise ve ruhbanlar tarafından ortaya konulan yanlışların dine teşmil edilmesiydi. Böylece yeni kurulacak dünyada toplumsal hayatta dinin yeri olmayacak ve din insanların vicdanlarına hapsedilecekti.
Bu hatalı ayrışmadan şüphesiz siyaset de nasibini alacaktı. Aydınlanma ile birlikte sekülerleşen siyaset, Machiavelli tarafından ahlak ve erdemden arındırılıp bir çıkar ve iktidar aracına dönüştürüldü.
İslam Dünyasına gelince bundan daha vahim bir hata yapıldı. Batı gibi bir kilise tecrübesi yaşamadığı halde, Batı hayranı aydınlar Batı’daki bu ayrışmayı, kes-kopyala-yapıştır mantığıyla ithal etti. Hatta Batı’dan daha Batıcı davranarak laiklik adı altında din ve dindara savaş açılarak Müslüman halk, ‘dini siyasete alet etme’ suçlamasıyla siyasetten ve yönetimden uzak tutulmaya çalışıldı.
Din, ahlâk ve siyasetin ayrıştırılmasıyla birlikte tüm insanların kaderini etkileyen yönetim ve yöneticiler, ahlakî bir çerçeve çizen sınırlardan azade oldular. O günden bugüne koca bir ümmetin yönetimini elinde tutan siyasî alan, çıkar ve iktidar hırsıyla yanıp tutuşan ve siyaseti bunlar için bir araç olarak gören yerine göre manipüle eden şahıs ve zümrelerin eline geçti.
Siyaset toplumların kendisine başvurmak zorunda oldukları zorunlu bir alan olduğuna göre, onu ahlaki ve gerçekçi özünden saptıranların elinden kurtarmak dürüst, adil ve sorumluluk sahibi herkesin en büyük görevidir.
Her ne kadar toplumumuzda, yukarıda izah etmeye çalıştığım gibi din dışı siyasetin oluşturduğu tahribatlar nedeniyle siyasete dair kirli bir algı oluşmuşsa da, hiç kimse ‘siyaset çıkarını düşünen, fırsatçı insanların mesleğidir’ deyip sorumluluktan sıyrılamaz ve bu argüman üzerinden din dışı siyasete meşru bir gerekçe sunamaz. Kendi kaderini dine inanmayan seküler/laik insanlara teslim edemez.
Birçok insan iyi niyetiyle mevcut seküler siyaseti gerekçe göstererek, ‘din yüce bir alandır, siyaset ise yalansız dolansız olmaz; bu yüzden din ile siyaset birbirinden ayrılmalıdır’ dese de; bu yaklaşım istemeyerek de olsa dolaylı yoldan siyasete ahlak dışı bir anlam yüklemekte, siyasete yalan, demagoji, çıkarcı yetkisini vermektedir ki, bu bile başlı başına toplumların geleceğini tehlikeye atmaktadır.
Bu tür siyasete prim vermenin nelere mal olacağı konusunda bizi uyaran Üstad Bediüzzaman şu veciz tespitini yapmıştır:
“Menfaat üzere çarhı kurulmuş olan siyaset-i hazıra müfterisdir, canavardır. Aç olan canavara karşı tahabbüp etsen, merhametini değil, iştihasını açar. Sonra döner geliyor; tırnağının, hem dişinin kirasını senden ister.”
Peygamber Efendimiz (sav) ‘Siz nasılsanız öyle yönetilirsiniz’ buyurarak yöneticilerin seçimi konusunda topluma büyük sorumluluklar yüklemiştir. Toplum olarak ya kendi geleceğimize sahip çıkacağız ya da yüzyıllardır olduğu gibi despotların ve çıkar gruplarının elinde bir sömürü nesnesi durumuna düşmeye devam edeceğiz.
Bugün yaşadığımız musibetlerin en temel sebebinin bizim amellerimiz olduğunu unutmayalım. Bir ülkede zorba yönetim varsa bir sebebi de oranın halkıdır. En’am Suresinde ne buyuruyor Yüce Allah:
“Böylece biz kazandıkları dolayısıyla zalimlerin bir kısmını bir kısmının başına geçiririz” (Enam/129)
‘Dini siyasete alet etme’ meselesine gelince…
Bu söylemin Müslüman halkı yönetimden uzak tutma adına laikler tarafından kullanılması bir yana; bazı siyasilerin, İslam’ı referans almadıkları, kendilerini ‘muhafazakâr, demokrat, liberal’ olarak tanımladıkları halde sırf siyasi hesapları için bazı İslami söylem ve ritüelleri araç olarak kullanması yukarıda değindiğimiz gibi seküler siyasetin Makyavelist yaklaşımının bir ürünüdür. Bu anlamda seküler siyasete ait bu yaklaşımın faturasının İslam’a çıkarılması hiç de adil değildir.
İslam’ı hayatın her alanında olduğu gibi siyasi alanda da kendisine referans alan Müslümanlara gelince; onlar dini siyasete alet etmez; bilakis siyaseti dinin bir cüzü olarak görüp siyasetlerini İslam’ın çizdiği çerçevede yaparlar.
Bugün gerek dünyada gerekse de İslam dünyasında yaşananlara baktığımızda yalan, dolan, sömürü ve zulüm alanına dönüştürülen siyasetin, yeniden takva, erdem, konulmuş sınırlara ve ahlaki özüne döndürülmesi acil bir ihtiyaçtır. Batı Aydınlanması ile atılan yanlış adımın tüm insanlığa nasıl bir fatura çıkardığını bizzat müşahede etmiş bulunuyoruz.