Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısı Türkiye’de her kesimde büyük yankı uyandırdı. Yüzyıldır ülkede yaşanan acılardan sonra ana muhalefet olan siyasi bir partinin hem de Kemalist sistemle özdeşleşen bir parti genel başkanının böyle bir çağrı yapması gerçekten önemli bir çağrı olsa gerek.
Fakat gelin görün ki bu çağrı, kutuplaştırma ve gerilimden beslenen, kendi partisel çıkarlarını halkın çıkarlarından üstün gören siyasilerin ve bunlara destek veren kesimlerin hiç de hoşuna gitmedi. Hatta Kılıçdaroğlu’nun parti tabanından birçok kesimin bile…
Bu açıklamanın ardından MHP lideri Bahçeli, ‘hesaplaşma’ olmadan ‘helalleşme’ olmaz diyerek tepkisini ortaya koydu. Oysa MHP ile CHP’nin Kemalist sistemin değiştirilemez ilkelerini sahiplenme noktasında mutabık kaldıkları herkesin malûmu…
Cumhurbaşkanı Erdoğan da yaptığı açıklamada, bu çıkışı bukalemun siyaseti olarak niteledi.
Kılıçdaroğlu’nun kalbini okuyacak değiliz ama gerçekten bu çağrıyı partisinin yaptığı hatalarla yüzleşmek adına yapmışsa bu, gayet normal bir durumdur. Her insan ve her kurum hatasını anlama, mağdur ettiği insanlarla helalleşme ve hatasından dönme yani tövbe etme hakkına sahiptir.
Fakat bu çağrı, yüzyıldır bu halka zorla dayatılan deli gömleği mesabesindeki Kemalist sistemden kaynaklanan zulümler içinse, bu durumda soracağımız bazı sorularımız olacak…
Varsayalım, Kılıçdaroğlu ya da bu halka zulmeden kesimler, bu çağrı üzerine kalkıp ülkenin tüm mağdur kesimleriyle helalleşti. Peki, bundan sonra sorunlarımız bitti diyebilir miyiz?
Meselâ diyelim ki helalleştik; herkesin Türk olduğu yönünde tekçi paradigmada bir değişim olacak mı?
Türkçe dışında diğer dillerle anadilde eğitimin önü açılacak mı?
Kendi inancına göre yaşamak isteyen insanlar, laiklik adına gerici görülmekten vazgeçilecek mi?
Laik yobazlar, her fırsat bulduğunda Müslümanların kutsallarına hakaret etmeyi bırakacak mı? Kürtlerin ve diğer kavimlerin inkâr edilen kimlikleri anayasada tanınacak mı?
Halkın meclisinde Türkçe dışındaki diller X diye kayda geçmekten vazgeçilecek mi?
Müslümanlar, İslam hukukuna göre yaşama hakkını talep ettiklerinde, ‘anayasal düzeni değiştirme’ suçuyla cezalandırılmaktan vazgeçilecek mi?
Kendi inançları doğrultusunda örgütlenme hakkı kapsamında bir araya gelip cemaatleşen insanlar potansiyel tehlike olmaktan çıkarılacak mı?
Eğer gerçekten bu sorulara gönül rahatlığıyla hepimiz evet diyebiliyorsak o zaman gelecek nesillere barış dolu bir dünya bırakmanın mümkün olduğunu düşünebiliriz. Ama cevabımız hayırsa helalleşmenin ne anlamı olur söyler misiniz?
Yüzyıldır yaşadığımız toplumsal kaosların ana kaynağı olan mevcut sistem hâlâ iktidar veya muhalefet birçok parti tarafından kutsanırken yarın yine birilerinin aynı sistem adına halka zulmetmeyeceğinin garantisini kim verebilir?
Gelecekte yeni helalleşmelere yol açacak mağduriyetler yaşatmaya müsait, la yusel olarak görülen tekçi, inkârcı, totaliter, otoriter sistem orta yerdeyken, bu sistem hakkında tek kelâm etmeden hatta değişimden bahsedenlere, kırmız görmüş boğalar misali öfkeyle saldırılar yapılırken helalleşmeden bahsetmek ne kadar gerçekçi?
Kılıçdaroğlu’nun bahsettiği mağduriyetleri yaşatanların, yaptıkları zulümlere mevcut sistemi kendilerine dayanak olarak gösterdiklerini görmezden gelemeyiz.
Değerli hocam Mehmet Emin Vural’ın da dediği gibi; mevcut tekçi ve inkârcı idari sistem ile yüzleşmeden, yerine değişmez ilkesi adalet adalet olan Hür ve Adil bir toplum düzeni inşa edilmeden ne kalıcı bir toplumsal barış ne de helalleşmek mümkün değildir.
Bu yüzden başta Kılıçdaroğlu olmak üzere bu ülkenin insanına ve gelecek nesillere karşı kendini sorumlu hisseden tüm siyasiler, geçmişte yaşanan acıların bir daha yaşanmasını istemiyorlarsa ve bu ülkenin gelecek nesillerine barış içinde bir ülke bırakmak istiyorlarsa, mevcut sistemin adalet yönünde değişmesine ön ayak olmalıdır.
Böyle bir talep yoksa gerisi oy endeksli bir stratejiden başka bir şey değildir.