Uzun süredir Türkiye’de laiklik tartışmaları devam ediyor. Türkiye’de değiştirilemez maddeler olduğu gibi tartışılamaz kavramlar da var. Laiklik de bunlardan biri…

Laikliğin tartışılmaya açılmasıyla birlikte her kafadan farklı bir ses çıktı. Bu da Türkiye’de laiklik konusunda bir kafa karışıklığı yaşandığını bir daha ortaya koydu. Ayrıca laikliğin en katı yorumunun ülkemizde bıraktığı travmalar ortada iken halk adına siyaset yaptığını iddia eden partilerin, bu anlamda ortaya koyduğu tavır da dikkat çekici.

Laicos’tan türeme bir sözcük olan laik, kilise/ruhban dışı kimse demektir. Yani siz eğer dini, dinin yorumunu ve onu açıklama yetkisini kendinde özelleştirmiş bir din sınıfına mensup değil de sıradan bir insan iseniz siz zaten laiksiniz. Bu bağlamda laik demek dinsiz demek değildir; laik biri dindardır; kiliseye gider, dua eder. Ama O, sadece ruhban sınıfına mensup biri değildir.

Roma İmparatorluğu Hristiyanlığı kabul edince Kilise ve ruhban sınıfı, giderek yönetime hâkim oldu. Kilise kendisini Tanrı adına söz söyleme ve insanları yönetme (Teokrasi) hakkına sahip gördü. Böylece Tanrı adına yetkisini kullanan Kilisenin (Katolik) hiçbir sözüne ve uygulamasına itiraz edilemezdi. Bu ağır şartlar altında bir arayış içine giren batılı insan, kiliseye savaş açtı. Bu mücadelede kilisenin yani ruhban sınıfının yönetimden uzaklaştırılmasını sağladı. Buradan da anlaşıldığı gibi laiklik, din ile devletin ayrılması değil; kilise ile devletin ayrılmasıdır. Bunun aksi olsaydı Avrupa’da Hristiyan partiler siyaset yapamazdı.

Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz üzere birçok kavram gibi laikliğin de yanlış bir analoji ile İslam Coğrafyasına taşındığını, bunun sonucunda herkesin kendisine göre bir laiklik tanımına ve anlayışına gittiğini ifade etmiştik.

Bizde laiklik, din ve dünya işleri birbirinden ayrı olması yani sekülerlik (dinsizlik) olarak anlaşılırken;  Araplarda devlet ve gündelik işlerin bilimsel esaslara göre ele alınmasıdır. Bu yüzden Araplar laikliğe ilim kelimesinden türeyen ilmaniyye yani bilimsellik ismi verirler.

Bunun en önemli sebebi devletin, dinler, mezhepler ve inançlar karşısında hukuki tutumu olan laiklik ile dinin hayatın dışına çıkarılmasını öngören sekülerlik arasında var olan farklılıkların yeterince görülmemesidir.

Arap ülkelerinde halk ile devlet arasında toplumsal sorunlara konu olmayan laiklik, Türkiye’de ciddi anlamda sorunlara sebep olmuştur ve olmaya devam ediyor.

Bunun sebebi Bulaç’ın da belirttiği gibi, dinler, mezhepler, inançlar ve felsefi kanaatler karşısında adalet ilkesini benimseyip belli mesafede duran bir devletin tabii tutumu olan laikliğin değil, modernliğin kendisine indirgendiği ve devletin temel ideolojisi olarak tanımlanan Fransız modeli laikliğin benimsenmesidir. Laikliğin en katı yorumu olan bu modelde din ve dindarlar, devlet tarafından ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak görülürler.

Asıl sorun asıl anlamından uzaklaştırılarak ortaya konulan Fransız tipi laiklik anlayışı ve bu anlayışın arkasına sığınılarak ortaya konulan mutlakiyetçi, totaliter ve otoriter bir devlet ve siyaset sorunudur.

Ve bugün laikliği bırakın değiştirmeyi, tartışmaya dahi açtırmayanların en büyük derdi laiklik değil; laikliğin arkasına gizledikleri mevcut sistemden devşirdikleri menfaatleridir.

Türkiye’de siyasi ve idari sistemin hak, hukuk ve adalet yönünde geliştirilmesi gibi acil bir ihtiyaç ortadayken mevcut statükocu partilerin bu konuda adım atmayıp laiklik adı altında bu konuları es geçmesi tam bir cambazlık örneğidir.