Son dönemlerde iktidarın ve muhalefetin yeni anayasa, ilk dört madde, laiklik ve Kürt Meselesi konusundaki ‘gel-git’leri aklımıza, Makvayelizm ve demagoji(laf cambazlığı) kavramlarını getirdi.

Aydınlanma ile birlikte siyaseti ahlak ve erdemden arındırıp onu sadece bir çıkar ve iktidar aracına dönüştüren Makvayelizm’in fikri ve felsefi temelleri Machiavelli tarafından atıldı.

O, amaca ulaşmak için her türlü yolun mubah olduğunu söylüyordu. Özünde ahlakî ve haklı bir amaç taşımayan bu siyasi yaklaşım, çok geçmeden basiretsiz, menfaatperest, iktidar hırsıyla yanıp tutuşan insanlar tarafından, yalan, ikiyüzlülük, baskı ve sindirme aracına dönüşür.

Kökeni antik Yunan ve Roma medeniyetlerine dayanan demagoji ise, toplumun duygularını ve önyargılarını kullanarak var olan gerçekleri farklı şekilde gösterme sanatıdır. Çoğunlukla, popülist kavramlar kullanılarak, duygular sömürülerek yapılır.

Osmanlı sonrası kurulan İslam coğrafyasında kurulan sözde bağımsız! Ülkelerde din ile siyasetin ayrılması sonucu oluşan seküler siyaset sonucu, siyaset kurumu ve siyasetçilerin Makyavelist ve demagoji yaklaşımına esir olduğunu bizzat yaşayarak görüyoruz. Ülkemizdeki ‘dün dündür, bugün bugündür’ sözü bu anlamda söylenmiş meşhur söz olsa gerek.

Bu anlayış halkın sorunlarını çözmek yerine sorunları kendi kişisel ya da partisel çıkarı için sömürmeyi hedef edinir.

Bu yüzden bu tip siyaset, ha bire sorunların etrafında dolanır, söz verir, gider gelir, çözecekmiş gibi yapar; topu evirir çevirir sonunda maçın bitiş düdüğüne odaklanır.

Halkı aldatmaya, çözümü ötelemeye yönelik olan bu iki yaklaşıma güncel bazı örnekler verelim:

HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun bir yerel gazeteye verdiği demeçte Sayın Cumhurbaşkanı’nın Kürt Meselesi konusunda kendilerine, “Vatandaşlarımın sorunu vardır ama sadece Kürt kardeşlerimin değil. Kürt kardeşlerimin de Arap’ın da Boşnak’ın da sorunu var ama bunu Kürt sorunu olarak isimlendirmeyi doğru bulmuyorum. Bu doğru bir şey değil, ne demek Kürt meselesi? Sadece Kürd’ün mü sorunu var? İş aş meselesi var, özgürlükler meselesi var, başka başka sorunlar var ama bu Kürtlere has bir şey değil’. dediğini aktardı.

El hak doğrudur; bu ülkede sadece Kürtlerin değil genelde her kesimin adalet sorunu vardır. Ama bu, sorunun en büyük parçasını oluşturan Kürt kavminin yaşadığı sorunları ortadan kaldırmadığı gibi, bu ülkedeki herkesin ve her kesimin sorunlarını çözmeye engel de değildir. Kürt kavminin yaşadığı sorunlar gündeme geldiğinde, sorunu genelleştirerek perdelemeye çalışmak, çalıyı dolaşmak deyimiyle karşılanır ancak. Hele hele ‘Daha Adil Bir Dünya Mümkün’ diyerek Batı’yı eleştiren birinin,  kendi ülkesinde gerekli adımları atmak topu taca atması nasıl okunmalı?

Yine MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin, "Türkiye'de Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimi sorun olarak gören CHP vardır, İP vardır, HDP vardır, köşesiz köşe yazarları vardır, karanlığın teşrifatçısı satılmış aydınlar vardır. Türk milleti birdir, kardeştir, büyük bir ailedir.” sözü de demagoji sanatına bir örnek olsa gerek. Bu ülkedeki herkesi Türk olarak gören, yeri geldiğinde Kürtlere ‘Kürt kökenli vatandaşlar’ diyen Bahçeli, bu coğrafyada yüzyıldır yaşanan inkar politikalarını görmezden gelip laf cambazlığıyla hedef saptırıyor. Muhaliflerini Kürtleri sorun görmekle itham ederek Kürtlerin duygularını okşamaya çalışıyor. Ama herkes bilmeli ki mızrak artık çuvala sığmıyor.

Yine Cumhurbaşkanının, ilk dört maddenin değişim talebini PKK’ye göz kırpmak olarak nitelemesi, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun da, cevaben bunu inkâr ederek onu sağlık raporu almaya davet etmesi, aynı Kılıçdaroğlu’nun Kürt Meselesi çözümünde HDP’yi tek muhatap göstermesi, HDP’nin de Öcalan’ı işaret etmesi, sahada topu çevirmeye yönelik hamleler olarak görülüyor.

Eski Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın bir konferansta yeni anayasa, laiklik ve değişmez maddeler hakkında söylediği sözlerin ardından, mecliste grubu bulunan ve irili ufaklı birçok partiden (yeni kurulan partiler de dahil) statükocu bir tepkinin gelmesi ve Kahraman’ın adeta geri adım atarcasına açıklama yapmak zorunda kalması ideolojik vesayetin geldiği noktayı gösteriyor.

Bu ülkede yüz yıldır yaşanan sorunların ana kaynağını oluşturan baskıcı, inkârcı, ötekileştirici Kemalist ideolojinin amentü kabul edilip kutsanmaya devam edildiği, mevcut siyasetin, makvayelist ve demagoji yaklaşımı genel siyasi ahlâk edindiği ve halkın da bu siyasete prim verdiği sürece, sorunlarımızla daha uzun süre yaşamayı öğrenmemiz gerekecek.

Bu anlamda, Türkiye siyasetine ahlâkî bir renk katan, statükoya yönelik ciddi eleştiriler getiren ve sorunlara yönelik cesur çözümler öneren HÜDA PAR çizgisindeki siyasetin sahiplenilmesi, ülkeye adaletin, barışın ve huzurun gelmesini isteyen herkesin ve her kesimin üzerinde bir borçtur.