Mal, evlat ve sayı çokluğu, atalarıyla övünme anlamına gelen tekasür, cahiliyeden kalma toplumsal bir hastalık. Takvayı ve ahlakî olan güzel hasletler yerine dünyevî değerleri öne çıkaran bir anlayış. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de üstünlük aracı olarak ölülerini bile saymaya yeltenecek kadar insanı yoldan çıkaran bu psikolojik hastalığa Tekasür Sûresi’nde çok ağır eleştiriler getirmekte, bu hastalığa sahip insanları ciddi bir ceza ile tehdit etmektedir.

Bu hastalık her ne kadar bin beş yüz yıl önce Mekke cahili toplumunda görülmüş olsa da her dönemdeki insan ve iktidarların hatta Müslüman olduklarını iddia edenlerin bile içerisine düşebilecekleri yanlış bir tutum.

Fransız ihtilalinden sonra tüm dünyaya ve haliyle İslam Coğrafyasına taşınan Batı dilinde ulusalcılık bizim dilimizde kavmiyetçilik mikrobu, İslam toplumlarının birliktelik ruhunu parçaladı.

Bu anlamda Osmanlı bakiyesi üzerinde ulus devlet formunda kurulan Türkiye Cumhuriyeti de diğer tüm ulus devletler gibi kurulduğu günden itibaren, sınırları içerisinde yaşayan diğer tüm dini, kültürel ve etnik kimlikleri tek ulus/Türk ulusu altında toplamaya çalıştı.

Bu baskıcı, inkârcı ve tekleştirici politikalara karşı en yüksek itiraz, kavmiyetçilik mikrobundan en az etkilenen İslamî bir kimliğe sahip Kürtlerden geldi. Ta Tanzimatla başlayan merkezileşme ve kavmiyetçi yaklaşıma karşı sürekli tepki gösteren Kürtler, en sert tepkiyi Şeyh Said Kıyamıyla gösterdiler.

Kıyamın ardından Kemalist sistem tarafından Kürtlere yönelik sert bir şekilde başlatılan asimilasyon politikaları çok yönlü olarak yıllarca devam etti.

2002’deki iktidar değişimi başta Kürtler olmak üzere sistemin mağduru kesimler tarafından umutla karşılandı. Mevcut iktidar ilk dönemler nispeten bazı adımlar attıysa da zamanla sistemin kavmiyetçi ve inkârcı politikalarını yumuşatarak devam ettiği görüldü. Daha önce yürütülen seküler kavmiyetçilik yerini din sosu karıştırılmış kavmiyetçiliğe bıraktı.

Malazgirt Savaşının yıldönümünde Ahlat’ta yapılan kutlamalar, buradan yapılan konuşmalar, verilen mesajlar ve en son, binlerce yıllık mezarlığın bir kavme nispet edilmesi eleştirimizin en önemli şahidi olsa gerek.

Kutlamalarda bu savaşa destek veren bölge halkından Kürtlerin ve Arapların yok sayılması bir yana, kutlamalarda yıllardır Müslüman Mezarlığı veya Meydan Mezarlığı olarak bilinen mezarlık isminin, Selçuklu Mezarlığı olarak değiştirilmesi kavmiyetçiliğin mezarlara kadar indiğini gösterdi.

Stratejik bir noktada olmasından dolayı tarih boyunca farklı birçok kavmin yaşadığı fakat sosyal ve kültürel olarak Kürtlerin yoğun yaşadığı bir yer olan Ahlat’ın, ısrarla Selçuklu ve Türklere nispet edilmesi hatta her kavimden, her inançtan birçok insana ev sahipliği yapan mezarlıktaki diğer insanları yok sayıp tek bir kavme nispet etme çabası kavmiyetçilik hastalığının geldiği son noktayı gösterdi.

Yaklaşık yüzyıldır halkı siyasi, sosyal ve kültürel alanda yürütülen ‘tek’leştirme çabalarının girmediği mezarlıklarımız kalmıştı bunu da yaptılar. ‘Tek’leştirme furyasının artık mezarlığa kadar inmesi sözün tükendiği yerdir…

Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Peygamber Veda Hutbesinde ve birçok hadisinde kavmiyetçiliği yasakladığı halde, Müslüman olduğunu iddia eden insanların ısrarla kavmiyetçiliği devam ettirmesi kabul edilemez.

Müslüman bir insana düşen İslam’a teslim olmaktır. İslam, üstünlüğü kanda, kabilede, evlat çokluğunda, ekonomik güçte değil takvada ve güzel ahlakta görür.

Eğer üstün olmak istiyorsanız bunu mezarlıklarla övünmede değil İslam’a sarılmakta ve adaletli olmakta bulabilirsiniz.