TÜRBÜLANS

ABD SALDIRISI

Her savaş, beraberinde bölgeye bir kaos getirirken bölge halkına da farklı bir kabusu yaşatır.

Ve her kriz avlanacak yeni kerizler buldurur.

Özelden Suriye, genelde Ortadoğu denklemindeki Arap baharıyla başlayan sürecin İsrail`in güvenlik ve beka sorunundan bağımsız düşünülmemesi gerektiğini hepimiz biliyoruz.

İsrail`in güvenliğini sağlamak için etrafındaki güçlü devletlerin devletçiklere böldürülmesi ve yıllar sonraki en ufak çatışmada İsrail`in meşru olmayan sınırlarına mütecaviz yollarla toprak katıp illa nihaye büyük İsrail devletinin önünü açılması için atılmış adımlar olduğunun da farkındayız.

Farkındayız farkında olmasına ancak herhangi bir adım atabiliyor muyuz?

Ne yazık ki cevabımız kocaman bir hiçtir.

Etnik temelli ve mezhep taassubu üzerinde atılacak adımlarının karşılığının olmadığını söylesek de bu kodlarla bezenmiş koca koca adamlarımızın bundan sıyrılması kolay olmayacak gibi görünüyor.

Ve koca adamlarımızın her yanlışı coğrafyamızda koca koca yarıklar ve gönül dünyamızda da kocaman yaralar açmakta.

ABD`nin Suriye`ye saldırmasına “oh” diyecek kadar basiretsiz olmadığımız gibi Esed`i haklı görecek kadar da vicdan ve izan yoksunu değiliz, olmamalıyız.

Bir zalimin bir zalimin eliyle def edilmesinde arada kaynayan mazlum halklar olacağının bilincindeyiz, bilincinde olmalıyız.

Ve gönül coğrafyamızda meydana gelen kopuşları okyanus ötesinden gelen akbabalar gideremez.

Okyanus ötesinden gelen büyük şeytanı sultan addetmek, basiret eksikliğinden başka bir şey değildir.

 

28 ŞUBAT YARGILAMALARI

Evvela yargılama mı tiyatro mu buna ilk önce karar vermek gerekir.

Toplumsal travmalar, hak ihlalleri, intiharlar ve daha binlerce menfur eylemin müsebbiplerinin yargılandığı 28 Şubat Darbesi davası karara bağlandı.

Bağlandı ancak bağlanmaz olaydı.

Beklenti yüksekti.

Hak yerini bulacak, adalet tecelli edecekti.

Ve cekler caklar birbirlerinin ardından beyin hücrelerimizde uçuşmaya devam ediyordu.

Sonuçta bugün FETÖ`nün hâkim ve savcıları yoktu ve FETÖ`nün önünü açan darbenin sanıkları sanık sandalyesinde halk adına açılan davada yargılanıyordu.

Beklentimizin yüksek olmasından daha doğal ne olabilirdi ki?

En azından bundan sonra hiç kimse bırakın darbe yapmaya teşebbüsü, darbeyi rüyasında gerçekleştiren kimse bile kâbusla uyanacaktı.

Yasalarımızda idam olsaydı ve geriye dönük uygulama da mümkün olsaydı belki de anlı şanlı birkaç paşa, onların basın ayağındaki kirli pasaklı basın kartlı birkaç maşa ve akademisyen birkaç çapulcunun idamını halk şöyle bir rahatça ederdi temaşa.

Ve beklenen(!) karar çıktı.  

Paşalar müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

Ancak müebbet cezasına çarptırılan paşalardan başka kimse bu karardan dolayı memnun olmadı.

Ortada garip bir durum vardı. Çünkü paşalar ve maşaların hepsi serbest bırakıldı.

Temaşa eden bizler aval aval bakmak ve çektiklerimizle kalmak durumunda kaldık.

Gerekçe, açık ve net.

Yaşlılık.

Altmışa basmış bu tosun paşaların mağduru seksenlik dedeler, yirmi küsur yıldır cezaevinde, dört duvar arasında çile doldurmakta.

Tosun paşalar bodrumda keyif çatarken seksenlik dedelerin, bilinmeyen binaların bodrumlarında veya kim bilir hangi dehlizlerinde ağır işkenceler altında işlemedikleri suçu üstlenmeleri için çektikleri işkenceler de yanlarına kâr kaldı.

Sonunda paşaların kararı memnuniyetle karşıladıkları kesin.

Geceyi bodrumun kim bilir hangi meyhanesinde kutlamayla geçirdikleri de kesin.

Kararı verenlerin aklımızla dalga geçtikleri de kesin.

Adaletin ırzına da bir kez daha geçildiği de tartışmasız kesin.