Suriye’de 2011 yılında “Arap Baharı” rüzgârıyla birtakım insani haklar talebiyle başlayan gösterilere tahammül edemeyen zalim Beşar Esad, babasından devraldığı katliam politikasını daha da ileriye taşıyarak Suriye halkını en ağır şekilde cezalandırmaya başlamıştı.  Beşar Esad, koltuğunu korumak için acımasızca saldırmakta, orantısız güç kullanmakta, halkını kimyasal silahlarla terbiye etmekten bile geri durmamaktaydı.

  1. yılına yaklaşan iç savaşın Suriye halkına bilançosu çok ağır olmuştu. Şehirler harabeye dönmüş, milyonlarca insan muhacir olmuş, yüz binlercesi Esad’ın işkencehanelerinde cehennemi yaşamış, beş yüz binden fazla insan ölmüş ya da kaybolmuştu. On binlerce çocuk yetim, binlerce kadın dul kalmış, milyonlarca insan, asgari yaşam standartlarının çok altında, bir lokma ekmeğe muhtaç hale gelmişti. İç savaş, tükenmiş kaynaklarıyla, yerle bir olan ekonomisiyle, birkaç parçaya bölünen topraklarıyla, perişan hale gelen halkıyla bir ülkeyi harabeye çevirmişti. Rejimi ayakta tutmaya çalışan güçlere rağmen halk, Esad’ın gitmesi konusunda ortak bir kanaate varmış, bir kıvılcım çakılmasını bekler hale gelmişti.

İşte o kıvılcım, 27 Kasım 2024’te çakıldı. 2015’ten bu yana İdlib’de sıkışmış bulunan muhalifler, oluşan güç boşluğunu fırsata çevirmeyi bildiler ve daha önce terk etmek zorunda kaldıkları Halep’e ilerlediler. Ciddi bir çatışma olmadan Halep alınınca dengeler bir anda değişmeye başladı. HTŞ’nin liderliğindeki gruplar Halep’ten sonra Hama ve Humus’u da fazla zorlanmadan aldı. Halkın desteği, şehirlerin zorlanmadan ele geçirilişinde en önemli faktördü. Halk, direniş gruplarını büyük bir sevgiyle bağrına bastı ve Esad’ın idaresinden kurtulmayı bayram havasında karşıladı. Bundan moral bulan direnişçiler, aynı hızla Şam’a yol aldılar ve orayı da hiç zorlanmadan almayı başardılar. Neticede Esad ailesinin kaçıp Rusya’ya sığınmasıyla 61 yıllık Baas rejimi ve 54 yıllık Esad yönetimi 12 gün içinde tarihe gömülmüş oldu.

Hiç şüphesiz Suriye’de hiç kimsenin beklemediği bir devrim yaşanmıştır. Direnişçilerin zafer ilan etmeleri ve halkın bayram havası içinde sevinç kutlamalarında bulunmaları elbette haklarıdır. Ancak bayram havasından süratle çıkılması ve yönetim zafiyetini fırsata çevirmeye çalışan toprak hırsızı israili durdurmak için gerekli tedbirlerin alınması gerekmektedir. Şu an Suriye’nin önündeki en büyük tehlike, israilin Suriye’yi de Filistin gibi oldubittilere maruz bırakmasıdır.

Terör devleti israil, Suriye’deki iktidar boşluğundan yararlanarak bir yandan işgal girişiminde bulunmakta, diğer yandan da Suriye’nin stratejik noktalarına saldırılar düzenlemektedir. 400’e yakın Hava saldırısıyla bombaladığı yerler arasında askeri üsler, hava limanları, silah depoları, hava savunma sistemleri, donanmaya ait gemiler, istihbarat binası gibi stratejik noktalar bulunmaktadır. Bu saldırılar sonucu Suriye’nin hava gücü ve savaş gemileri tamamen imha edilirken, yapılan değerlendirmelere göre terör devleti israil, Suriye’nin silah gücünün yüzde seksenini ya yok etmiş ya da kullanılamaz hale getirmiştir. Bu saldırılar, nasıl bir yönetim gelirse gelsin, ileride Suriye devletinin israil için bir tehdit olma olasılığını ortadan kaldırmaya yöneliktir. İşgalci israil, daha şimdiden Suriye’nin dişlerini sökmekte, pençelerini törpülemekte, böylece kendisi için bir tehdit olmaktan çıkarmaktadır. Suriye’nin yeni yönetimi, bu oldubittiyi, bu tecavüzü, bu saldırganlığı, bu işgali, bu had bilmezliği, bu hırsızlığı hiçbir şekilde sineye çekmemelidir.

İşin garip tarafı, katliamcı israilin devletlerarası hukuku açıkça çiğnemesine rağmen bölge ülkelerinden cılız kınama mesajları dışında bir tepkinin gelmemesidir. Bundan daha vahimi ise HTŞ’nin kurduğu geçici hükümetten buna yönelik bir açıklamanın ve tepkinin gelmemesi, bu hususta kendilerine sorulan soruları da geçiştirmeleridir. Bunun için endişelenmeli miyiz, yoksa daha erken mi?