Her şey, 17 Aralık 2010 tarihinde, Tunuslu Muhammed Buazizi’nin, ailesini geçindirmek için pazarcılık yaptığı sebze-meyve tezgâhına ve tartı aletine ruhsatsız olduğu gerekçesiyle el koyan zabıtalar ve güvenlik güçleri tarafından şiddete maruz kalması ve hakarete uğraması sebebiyle kendisini yakmasıyla başlamıştı. Bir gün sonra Tunus’ta başlayan gösteriler, adeta bir domino etkisi bırakarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki diğer Arap devletlerine sıçramış ve böylece “Arap Baharı” denilen bir sürece girilmişti. Bunun sonucunda Tunus’ta 23 yıllık Bin Ali yönetimi sona ermiş, Mısır’ı 30 yıl boyunca diktatörlükle yöneten Hüsnü Mübarek devrilmiş, Libya’da Batılı devletlerin müdahalesiyle Kaddafi yönetimi son bulmuştu.

Suriye’de yapılan sivil gösteriler ve protesto eylemleri ise Beşşar Esad’ın çok sert ve tavizsiz bir duruş sergilemesi sebebiyle tepkisel bir harekete dönüşüp neredeyse bütün Suriye sahasına yayılmış oldu.

Beşşar Esad, göstericilerin taleplerini dinleme ve olayları sükûnetle dindirmeye çalışma yerine göstericileri demir yumrukla ezme yolunu tercih edince, halkın öfkesi daha da arttı. Sivil göstericiler, silahları rejim güçlerine karşı kullanmaya başlayınca, bugün herkesin “Keşke yaşanmasaydı” dediği iç savaş çıkmış oldu.

Neredeyse her devlet, savaşan bir grup üzerinden oradaki savaşa müdahil oldu. Birbirlerine diş biledikleri halde uluslararası arenada saygılı davranmak zorunda olan devletler, Suriye’deki gruplar üzerinden birbirleriyle bilek güreşine girdi. Suriye tek olmasına rağmen, o topraklar üzerinde onlarca devlet kendi menfaatleri doğrultusunda oyunlar kurdu. Kadim Suriye coğrafyası öteden beri hiçbir devletin kayıtsız kalmadığı ve bir şekilde oranın yönetiminde söz sahibi olmak istediği bir saha olduğu için her devlet kendi amaç ve hedefleri doğrultusunda orada köşe kapmanın hesaplarını yaptı. Kurtlukta düşeni yemenin kanun olduğu bir ortamda, devletler Suriye sahası üzerinde tepinirken, Suriye halkına kan ve gözyaşı düştü.

Yaklaşık 14 yıldır devam eden iç savaş ve orayı bir şekilde karıştırmak isteyen devletlerin yürüttüğü savaşları nedeniyle mezhep ve etnisite farkı olmadan Suriye halkları yıkımın, ölümün, açlığın, perişanlığın, muhacirliğin, esaretin en ağırını yaşamak zorunda kaldı. Bombalanan yerleşim yerleriyle, tahrip edilen alt yapısıyla, yıkılan ibadethaneleriyle, bozulan yollarıyla bir ülke tam anlamıyla enkaza dönüştü. Savaştan önce 21 milyon civarında olan Suriye nüfusunun neredeyse 8 milyona yakını ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Bu, nüfusun üçte birinden fazlası anlamına gelmektedir. Ülke içinde kalanların beşte üçünden fazlası ise önceden yaşadığı yeri bir şekilde değiştirerek insani yardımlara muhtaç hale geldi. Savaş esnasında ölen beş yüz binden fazla insan, göç yollarında ölenler, denizde boğulanlar, Avrupa’ya geçip insanlık dışı muameleye maruz kalanlar, kaçırılan çocuklar, namusu kirletilip fuhuş ticaretinde kullanılan kadınlar, hapislerde işkenceyle öldürülenler vs. iç savaşın Suriye halkına getirdiği acılardan sadece birkaçıdır.

27 Kasımdan bu yana işler tersine dönmüş vaziyette… İdlib’de bulunan HTŞ ile SMO’nun başlattığı operasyonla Suriye şehirleri çok hızlı bir şekilde muhaliflerin eline geçiyor. Bu yazı yazıldığı esnada muhalifler Şam’ın banliyölerine kadar girmiş bulunuyordu. Beşşar Esad’ın Suriye’yi terk ettiği haberleri çoktan dolaşıma girmiş durumda... Böylece bir diktatörün daha sonu gelmiş gibi görünüyor.

Şimdi Beşşar Esad’a sormanın tam zamanı… Bütün bunlara değdi mi?