Birinci Dünya Savaşının ardından Osmanlı’nın Ortadoğu’dan çekilmesi ve sonrasında yıkılmasıyla bölge, bir asırdan fazladır rahat yüzü görmedi. Özellikle Filistin toprakları üzerinde oldu bittiye getirilmek suretiyle kurulan terör devleti israilin sahneye çıkmasıyla Ortadoğu savaşların, yıkımların, katliamların, gözyaşlarının merkezi haline geldi. Ortadoğu topraklarının bir petrol denizi üzerinde olması, bölgede yaşayan halklar için bir şans değil, bir bela ve musibet olarak kendilerine geri döndü. Çünkü Batı emperyalizmi ve sömürgeciliği doymaz bir iştahla petrolden daha fazla pay alabilmek için bölgeyi sürekli istikrarsızlaştırmak, bölge ülkelerini zayıf düşürmek ve böylece iş birliği adı altında hırsızlık yapabilmek için karıştırmakla meşgul oldu.

Aynı ırktan, aynı dinden, aynı milletten olan bölge halklarının sürekli çatışma halinde oluşlarını salt mezhepsel farklılıklardan kaynaklıymış gibi değerlendirmek, fitne kazanını kaynatan şeytani elleri görmemek anlamına gelecektir. Bölgeye dört yüz yıldan fazla hükmeden Osmanlı İmparatorluğu zamanında da mezhepsel farklılıklar bulunmasına rağmen halkların barış ve huzur içinde birlikte yaşadığını tarihe not düşmek lazımdır.

Bölge, bir asrı aşkın süredir savaşlardan, çatışmalardan, krizlerden kurtulamamış, rahat nefes alamamıştır. 7 Ekim Aksa Tufanından sonra da terör devleti israilin ve ona destek veren büyük şeytan ABD ile diğer batılı devletlerin Gazze özelinde başlattıkları saldırılar gün be gün yayılmakta, bütün bölgeyi içine alacak büyük bir savaşın alt yapısını hazırlamaktadır. Gazze’den sonra yönünü Lübnan’a çeviren, zaman zaman Suriye ve İran’a yönelik taciz saldırılarında bulunan soykırımcı israil, durmaya niyetinin olmadığını göstermektedir. İslam dünyasından ekonomik, askeri ve siyasi karşılık görmeden de hiçbir şekilde durmayacaktır.

Yahudilerin karakterlerini, bencilliklerini, kendilerinden başka hiç kimseyi önemsemediklerini en veciz bir şekilde ortaya koyan Necip Fazıl; “Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir” tanımlaması yapmıştı. Ortadoğu’ya getirdiği yıkım, Filistinlilere yaşattığı zulüm, Gazze’ye uyguladığı soykırım, bölgeye yaymaya çalıştığı büyük savaşa bakıldığında Üstad’ın bu veciz ifadesine hak vermemek elde değil. Onlar, kutsal metinlerinde yer alan vadedelmiş topraklar ütopyasına ulaşmak için bütün Ortadoğu halklarını yok etmeyi, bunu yapamadıkları takdirde yaşadıkları yerleri yerle bir ederek başka yerlere sürmeyi kafalarına koymuş, bütün planlarını bu hedefe ulaşmaya endekslemişlerdir.

Terör şebekesi israil, elbette salt kendi askeri, siyasi ve ekonomik gücüyle hedefine ulaşamayacağını bilmektedir. O, her şart ve durumda kendisine koşulsuz destek veren ABD ve başta İngiltere olmak üzere diğer batılı devletlere güvenmektedir. Güvendiği bir diğer destek de başta Suudi Arabistan olmak üzere Ürdün, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi Arap devletleridir. Bunlar hem Arap kamuoyunu kontrol ederek hem de parasal yardımlarda bulunarak aslında ABD’nin verdiği desteğin çok ötesinde destekte bulunmaktadırlar. Bu Arap ülkeleri ne yazık ki “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” anlayışıyla hareket etmekte, ancak aynı yılanın bir gün kendilerini de sokabileceği gerçeğini göremeyecek kadar körlük içindedirler.

Evet, Ortadoğu’yu kasıp kavuracak çok daha büyük bir savaşın nefesi artık çok daha yakından ve gerçekçi bir şekilde geliyor. Bu, bir yorum değil, bizzat Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın kullandığı kelimelerdir. Uzun yıllar MİT’in başında bulunan Hakan Fidan’ın bu tehlikeye dikkat çekmesi, elinde somut birtakım bilgilerin var olduğunu göstermektedir. ABD seçimlerini Trump’ın kazanması ve kabinesini aşırı israilci kişilerden seçmesi, bu kişilerin aynı zamanda Türkiye’ye ve Erdoğan’a karşı antipatilerinin olması, önümüzdeki günlerin Türkiye ve Ortadoğu açısından hiç de iç açıcı olmadığının ipuçlarını vermektedir.