Türkiye’de ilginç gelişmeler yaşanıyor. 1 Ekim’de Meclis açılışında Devlet Bahçeli’nin DEM partililerle tokalaşması, bir anda siyasetin hareketlenmesine yol açmıştı. Malazgirt’te HÜDAPAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun Bahçeli’yle aynı karede bulunmasını dillerine dolayanların, Bahçeli ile tokalaşmak için sıraya girmeleri ve uzatılan ele bir kurtarıcı pozisyonunda sarılmaları siyasette yeni bir döneme girildiğinin işaretlerini veriyordu aslında. Ancak hiç kimse Bahçeli’nin son grup konuşmasında bu kadar ileri ve Abdullah Öcalan’la ilgili böylesi bir açılıma gideceğini aklından bile geçiremezdi. Türkiye’de hiçbir siyasetçi; “Eğer tecrid kaldırılacaksa, Abdullah Öcalan gelsin, DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terör örgütünün lağvedildiğini buradan haykırsın” gibi bir cümleyi bırakın söylemeyi, aklından ve gönlünden bile geçirme cesaretini gösteremezdi.

Daha önce AK Parti hükümetlerinin başlattığı çözüm sürecine en çok karşı çıkan ve bunu ihanet olarak gören, Mitinglerde; “İp mi bulamıyorsun, al, as” diyerek Abdullah Öcalan’ı asması için urgan atan Bahçeli’nin geldiği aşamanın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü olması, elbette dikkat çekicidir ve arka planında yatan sebeplerin bilinmesi gerekmektedir.

Hiç kuşkusuz Bahçeli bu sözleri durup dururken söylememiştir. Bölgede yaşanan gelişmeler ve israilin, arkasına ABD ve diğer emperyalist devletleri de alarak yürüttüğü saldırgan ve yayılmacı politikası, yönetimde olanları endişelendirmeye başlamıştır. Daha önce Erdoğan’ın; “Lübnan’dan sonra sıra Türkiye’ye gelecek” sözü ile Bahçeli’nin bu açılımını birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Dikkatlerden kaçmış olsa da bu haftaki Cuma hutbesinde “Vatan savunması” vurgusunun ön plana çıkarılması, Türkiye’ye yönelik dış tehdidin çok yakın olduğunun ve milletçe buna hazırlık yapılması gerektiğinin ipuçlarını görmek mümkündür.

Türkiye, Kürtlerle ilgili iç sorununu halletmeden, bölgesel bir savaşta çok büyük yaralar alacağını, hatta bölünebileceğini çok iyi biliyor. Kürt meselesi halledilmeden ve Kürtlerle Türkler arasında 100 yıldan daha uzun süredir bozulan kardeşlik yeniden tesis edilmeden olası bir savaşa girişmenin akıl kârı olmadığını Bahçeli dâhil, devleti yönetenler de anlamış durumdadır.

Yeni bir açılımın yol işaretlerini veren Bahçeli’nin bu çağrısının, elbette tek başına bir MHP projesi olmadığını ve Erdoğan ile devleti yönetenlerin başlattığı bir proje olduğunu söyleyebiliriz. Peki, Bahçeli’nin bu çağrısı, söz konusu sorunu çözmek için yeterli olacak mı?

Kürt meselesi o kadar girift bir hal almış ki bunu Abdullah Öcalan ile DEM parti üzerinden çözmeye kalkmak beyhude bir girişim olacaktır. Faraza Abdullah Öcalan gelip DEM grubunda bu çağrıyı yapsa bile Kandil’deki savaş baronlarının buna olumlu cevap vereceğini ve PKK’nın silah bırakacağını beklemek, PKK’yı hiç tanıyamamış olmak anlamına gelecektir. 25 yıldır PKK’nın yönetiminden uzakta olan Abdullah Öcalan’ın Kandil’de çok da karşılığının olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Kandil’i yönetenler, bir şekilde Abdullah Öcalan’ı ekarte edip daha önceki çözüm sürecinde yaptıkları gibi bunu da sabote etmenin yollarını arayacaklardır. Bununla birlikte şiddetten bunalan Kürt halkı ile PKK arasına bir mesafe gireceğini ve PKK’nın büyük ölçüde taban kaybedeceğini tahmin etmek de zor olmasa gerek.

Kürt meselesi, aslında İttihat ve Terakki’yle başlayıp Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla devam eden ırkçı, şovenist, laik, baskıcı, asimilasyoncu, tek tipçi, Kemalist devlet anlayışının Kürtlere yaşattığı travmanın günümüze yansımasıdır. Devlet, bu tutumundan vazgeçmediği ve Türk-Kürt kardeşliğini İslam üst kimliği altında birleştirmediği sürece ortaya konulacak her çözüm, akim kalacaktır. Malazgirt’te başlayan Türk-Kürt ortak yaşamında temel harcın İslam kardeşliği olduğu ve bu kardeşliğin bin yıl boyunca sorunsuz bir şekilde devam ettiği unutulmamalıdır.