Sözlerin anlamını yitirdiği, hüzün ve kederin en katı kalpleri bile yumuşattığı, hayatın anlamsızlaştığı günleri yaşıyoruz. Soluk borumuz tıkanmış gibi nefes almakta zorlanıyor, zorlukla alabildiğimiz nefesler de ciğerlerimizi kezzap dökmüşçesine yakıyor. Kadınlar gibi ağlamaktan başka bir işe yaramamanın ağırlığını hissediyoruz tüm zerrelerimizde… Evet, bugünler ağlama günleri, ama kuruyan gözyaşı kanallarımız yaş akıtamıyor, bu yüzden de ağlayarak rahatlatamıyoruz kendimizi… Dünyanın bu en tantanalı zamanında yaşamak, ümmetçe en zelil olduğumuz zamanın havasını solumak, İslam coğrafyasında işgalleri, ümmetin bir kesiminde esareti, Müslümanlara karşı girişilen katliamları, soykırımları, yıkımları izleyip hiçbir şey yapamadan bir ölü sessizliği ve tepkisizliğinde öylece hayata devam etmek zor, hem de çok zor!..

İslam coğrafyasının kalbi sayılan bir bölgede, ümmetin yiğit evlatları tertemiz bir cihad yürütürken, İslam’ın kutsalları, ümmetin onuru ve şerefi için her şeylerinden vazgeçip bir bir toprağa düşerken yaşlı nineler gibi onlara sadece dua etmek ya da en iyi bildiğimiz şeyi yani gıyabi cenaze namazlarını kılmayı payımıza düşmüş sayarak vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Dua, mü’minin en güçlü silahıdır, amenna! Peki, silah tutması gereken ellerin sadece dua için kullanılmasının ve ümmetin evlatları için en azından bir yumruk olup inmemesinin, düşmanı daha merhametsiz, daha acımasız, daha zalim kıldığını ne zaman anlayacağız?

Küfrün tek millet olduğunu gözlerimizle gördüğümüz halde Rableri bir, peygamberleri bir, kitapları bir, kıbleleri bir Müslümanların tefrika içinde olmaları ve kardeşlerini düşmana karşı yalnız bırakmalarının hüznünü hangi kelimeler anlatabilir, hangi cümleler izah edebilir? Hele de kardeşlerine yapılan zulüm ve katliamların asıl sebebinin Müslümanların vahdetten kopuk olmaları, kendi küçük hesapları peşinde koşmaları, sen-ben kavgası vermeleriyken halen bunu anlamamalarını hangi akıl, hangi mantık, hangi anlayış kabul edebilir?

Dilimiz bunu söylemeye varmıyor, kalbimiz bu gerçekliği kabulde zorlanıyorsa da Ümmetin Aslanı Yahya Sinvar, yaşadığı gibi yiğitçe, mertçe, tıpkı bir aslan gibi cihad meydanında çarpışarak şehid oldu ve Rabbi Rahman’a iltica etti. Düşmanları onu tünellerde ararken, bir komutan olmasına ve HAMAS’ın en üst makamında bulunmasına rağmen cihadın en ön safında, üzerinde askeri üniformasıyla izzet, onur, şeref adına ne varsa hepsini alarak çarpışa çarpışa cennete koştu. Tıpkı kendisinden önceki liderler gibi hep ileri atıldı, hiç korkmadı, ismi bile düşmanın kalbini çatlatmaya yetti, onun varlığı tek başına israili felç etti, ahdinde durdu, sözünü yerine getirdi ve bizim yanımızda kıymetli, ama onun için bir hiç değerinde olan canını, karşılığında cenneti almak üzere Rabbine sattı.

Şehid Komutan Yahya Sinvar’ın şehadeti bütün küfür cephesini sevindirdi, onlara bayram yaptırdı. ABD başkanı Joe Biden, “Bu, israil, ABD ve dünya için bayram günü” tanımlaması yaptı. israile destek veren bütün devletlerin liderleri sevinç cümleleri kurup katil israili bu alçaklığından dolayı tebrik etti.

Şehadeti, bütün küfür cephesini sevindiren, onlara bayram yaptıran, belki de bundan sonra yataklarında rahatça uyuyabileceklerini düşünüp rahatlamalarına sebep olacak kadar düşmanı korkutan bir Müslüman için İslam ülkeleri liderleri ne yaptı bilen var mı acaba? Katil israili durdurma görevini uluslararası kuruluşlara havale ederek Şehid Yahya Sinvar’ın intikamını alma sorumluluğunu boyunlarından atma yolunu tercih ettiler. Bir aylık mesafeden düşmanın kalbine korku salmakla yardım olunan Peygamber’in ümmeti, bir avuç Yahudi’nin korkusuyla yerinden kıpırdayamamanın acziyeti içinde… 57 İslam ülkesinin uçakları, tankları, topları, orduları bugün işe yaramayacak da ne zaman yarayacak? Veyl olsun bu korkaklığınıza!..