“Bir şeyi yakmak ya da yıkmak fikir midir nefretini ortaya koyma mıdır yoksa ikisi bir arada mıdır?”
Yazıya soru ile başlayıp aşağıda yanıtını arayacağız.
Şüphesiz insan kendi zamanının ve zemininin evladıdır. Yani insanı şekillendiren şey çağ ve kültürdür.
Şahsen insanın medeniyet değerleri oluşturmada kemale doğru gittiğini düşünenlerdenim.
İnsanoğlu teorik bilgi olarak inanılmaz derecede medenileşti.
Artık karşıdakine tahammül edebiliyor. Farklı inançlara saygı, bir arada yaşama kültürü hızla gelişiyor. Hani her ne kadar bunun Batı’dan geldiğini sansak da bu da bir galat-ı meşhurdur. Zira insanlık bir arada yaşama kültürünü Müslümanlardan, vahiyden öğrendi.
İslam Medeniyeti kendi dışındakini Batıl İnançlar ya da semavi dinler olarak kategorize etse de yok edilmesi gereken inançlar olarak görmedi.
Nitekim bu topraklardaki çeşitli Hristiyan cemaatlerin (Süryanilik, Keldanilik, Asurilik, Marunilik) bin dört yüzyıldır varlığını sürdürmesi buna delildir.
Ezidilik denilen olgu bunca yıldır varlığını nasıl sürdürdü?
Peki siz Avrupa’da Hristiyanlık öncesinden kalma bir topluluk gösterebilir misiniz? Hayır.
Hristiyanlar İslam coğrafyasında -hem de devletleri bile- olmadan varlıklarını sürdürebildikleri halde bugün 400 yıl İslam idaresinde kalan Balkanlarda, Macaristan’da ya da yaklaşık 800 yıl İslam idaresinde kalan İspanya’da neden Müslüman topluluk ve cemaatler yok?
Çünkü yakıldılar. Şeytan sayılıp yakıldılar. Batı, kilise çağında ötekiden hep korktu. Bu korkusundan dolayı puta tapanı da Müslümanı da kısaca öteki saydığı her şeyi yakarak, yıkarak yok edeceğini düşündü. Konuşmayı bilmeyen, gördüğü yeni nesneyi yok edilmesi gereken bir şey gibi tanımlayan bir yamyam gibi saldırdı
İşte bugün İsveç’te olanlar dün kilise merkezli hortlaklığın bugün sekülerizm merkezli olarak dirilmesidir.
Dün “tanrı için” cadılar ve Müslümanlar yakılırken, camiler ya da kahinlerin evleri yakılırken ve hiç kimse “tanrıyı kızdırmamak” için ses çıkarmazken bugün “Batı’nın değerleri için” camilere saldırılmakta, domuz başları bırakılmakta ve Kur’an yakılmakta ahali “fikir özgürlüğü” için ses çıkarmamaktadır.
Dün Orta Çağ’ın karanlığı vardı bugün sekülerizmin sarhoşluğu…
Dün “tanrı istedi” diye yapıldı bugün “fikir özgürlüğü var” diye yapılıyor.
Hiç şüphem yok!
Rasmus Paludan isimli faşist siyasetçinin Orta Çağ Avrupa’sından kalma bir anlayışla farklı olanı yakmasını “fikir özgürlüğü” kapsamında ele alanlar Orta Çağ’da yaşasalardı cadıların ve Müslümanların katledilmesini de “tanrı istedi” anlayışı ile karşılayacaktı
Çünkü yakma’yı fikir saymak Orta Çağ kilise döneminden kalma bir tortudur.
Yazıya başlarken “bir şeyi yakmak ya da yıkmak fikir midir nefretini ortaya koyma mıdır yoksa ikisi bir arada mıdır?” diye sormuştuk.
21. yüzyılda iletişim ve konuşabilme imkanları bu kadar gelişmişken, kendini ifade etmek bu kadar kolayken yakmaya fikirdir demek akıl tutulmasıdır.
Yakmak nefretini ortaya koyma eylemidir.
Rasmus Paludan bir şahıstan ziyade bir duruştur. Bir nefret duruşu!
Rasmus Paludan öteki saydığını içine şeytan girdi diyerek yakan Orta Çağ yobazlığıdır. Öteki saydığını fikir özgürlüğü başlığında yakan seküler yobazlıktır.
Rasmus Paludan’ın rezilliğini fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirmek modern zamandaki bir cadı avcılığı avukatlığıdır. Bir faşiste, bir cadı avcısına eşeklik yapmaktır.