Yarın yıldönümü Halepçe’nin…

Elma aromalı ölümler mi demeliyiz, BAAS’ın nasıl bir Nemrutluk olduğunu mu anlatalım, Kürd’ün yetimliğini mi yoksa hepsini mi?

16 Mart bir başlangıç değil belki bir bitiştir. 1983 yılında başlayan ve Kürt kıyımına dönüşen Katliamlar silsilesinin son ve kanlı perdesi.

Son perdede toprağa düşen çocuk cesetleri bile sineleri yakmadı.

Barzan bölgesinden alınıp çöle götürülen on bin genç başları dışarıda tutulacak şekilde kumlara gömüldü, yakıcı güneş altında çıldırmaları istenmişti. Kürtleri çıldırtamadılar. Çünkü bir halk çıldırdığı an kendisi olmaktan çıkar ve asilliğini kaybeder.

Sonra Saddam Hüseyin’in adamları Dokan Barajı’nın kapılarını açarak Kürtleri boğma çabasına girdi… boğdular da…

Yaptığı vahşete Enfal adını verdi. Bir Kürt için bundan daha vahşi bir öldürme yoktur. Bundan daha zalim, bundan daha sapkın…

Neden mi??

Enfal ganimet demekti. Kur’an’da bir surenin adıydı ve İslam inancında kâfirlerle yapılan savaşta ele geçirilen ganimete denirdi.

Saddam operasyona Enfal adını vererek Kürtleri Müslümanlık dışı sayıyordu. Bu bir Kürd’ün en zayıf noktasıydı. Bir Kürt için çıldırmanın eşiğidir tekfir edilmek.

Kürtler yine de çıldırmadı.

Ali Hasan el Mecid'in komuta ettiği Irak güçleri tam 77 kez kimyasal saldırıda bulundu.

4 bin köy yerle bir edildi. 100 binden fazla Kürd katledildi. Kürtler çok ama çok ağladı lakin çıldırmadılar. Çıldırmamak düşmana benzememektir. Barzani ve peşmerge hiçbir zaman BAAS’a benzemedi.

Enfal vahşetinde bunlar olurken İslam Dünyasında zifiri bir sessizlik vardı. Saddam’ın BAAS (sloganik/milliyetçi) Müslümanlığından! Dolayı tepki koyan kimse olmadı. Bu zillet hali “Kürtler ümmetin yetim evlatlarıdır” deyişini ortaya çıkardı.

Yarın Halepçe’nin yıl dönümü.

Keşke her İslam ülkesinden onlarca kişi hem de -devletler adına-  Halepçe’ye gitse…

Keşke bu da bizim Srebrenitsa’samız deyip milliyetçilikle hesaplaşabilse…

Keşke her devlet Kürtlere, kardeşler olduğumuzu inandırıcı bir şekilde hissettirebilse, Kürdün en temel haklarını -fakatsız, amasız- teslim etse.

Evet temennilerim bu?

Ama gerçekliğin bu olmadığını da elbette biliyorum.

Çünkü ümmetçilik kavramına bile sınırlar giydirmişiz, kavmiyetçilik giydirmişiz maalesef.

Bir kısmımızın zihin kodlarında Halepçe’yi anmak bile hala meşruiyet problemini aşamamış.

Aşmalıyız, ümmetin tüm parçalarının acılarını hissetmedikçe ümmet olamayız.

Hocalı’yı da, Srebzenitsa’yı da, Dersim’i de, Hama’yı da, Halepçeyi de, Zilan’ı da… Fark koymadan, şerh düşmeden hepsini ama hepsini hissetmeliyiz.

Yıldönümü dolayısı ile Halepçe Şehitleri’ne Allah’tan rahmet diliyorum.