AK Parti’nin yerel seçimlerdeki yenilgisi hakkında herkes bir şeyler yazdı. Genelde eleştiriler siyasal bir düzlemde yürüyor. Pek çok insan AK Partili vekillerin, yetkililerin kibrinden şikayetçi... Lakin AK Parti tabanının kendisini sorguladığını göremedim.

Genelde suçlu hep kendisi dışındaki birileri..

“İl başkanı çalışmadı, teşkilatlar uyuyordu, trollerin verdiği zararın haddi hesabı yok” benzeri klasik okumalar salt siyasal okumalardır. Elbette yanlışlar bütünündeki bir yanlış parça da budur. Ama ben en büyük yanlışın toplumsal değişimimizden kaynaklandığını düşünüyorum

Sorun AK Parti’nin seçim kazanıp kazanmama sorunu olmamalıdır.

Sorun refah düzeyi yükselen muhafazakarlığın neden sekülerleştiği, neden dünyaya bu kadar çok bağlandığı sorunudur.

Türkiye gibi seçimlerin olduğu ülkelerde eğer yukarıda(yönetenlerde) bir arıza varsa kesinlikle aşağıda da (halkta) en az onun kadar büyük bir arıza vardır.

Nasılsanız öyle yönetilirsiniz düsturu bizi bu yargıya ulaştırıyor.

İnsanlar meseleyi hala AK Parti’ye indirgiyor. Oysa mesele bir partinin kazanıp kaybetmesinden çok daha derin ve önemlidir.

31 Mart ve 23 Haziran’da sandığa yansıyan bu kaybetme olayı aslında yıllardır var.

İslami kaygılarla ve kodlarla yola çıkan Müslümanlar holiganizme alkış tutmaya başladığından beri, kazanmak için her yol mubah denildiğinden beri aslında biz bu trajediyi yaşıyoruz.

Mesela aldığı ihalelerle semiren, eşine bin liralık başörtüsü alan, bir kaç bin dolarlık çanta alan, tüketim çılgınlığının abdestli bir dişlisi olan Müslümanlar toplumsal çürümenin müsebbibidir.

Gündelikçi kadına üç kuruş daha az vermek için dil döken sosyete Müslümanlığının, kaş aldırma, cilt gerdirme operasyonlarına harcadığı paralar önce çürümeyi doğurdu sonra bu çürümenin sandığa yansımasına neden olmuştur.

Sen hacı amca yanında çalıştırdığın tekstil işçisinin hakkını verdiğine yemin eder misin? Hani devlet bazı kurallar koymasa neredeyse asgari ücret vermeyecek duruma gelmiş durumda muhafazakarlar.

Hani kazanmasa, kendisi, eşi, kızı, oğlu ultra lüks araçlara binmese neyse diyeceğim ama...

İşte para ile imtihanda çuvallayan “kapitalist Müslümanlık” bu durumu doğurdu. Bu sosyal çarpıklığın mağdurlarını Kemalistlerin cephesine ittiniz... Medyanın yapamadığını, ordunun yapamadığını, Kemalist sistemin yapamadığını siz yaptınız... Çünkü bu halk sizi ekmeğini üleşen dindar adam diye biliyordu.

Kazandıkça uzaklaştınız mahallenizden... Triblekslerden mahalleye ses ulaşmıyor. Mesele dublekste, triblekste oturma meselesi değil; mesele uzaklaşma... Uzaklaştınız...

Uzaklaştıkça dava bilincini kaybettiniz... havai, hoppa, şuh kahkahalar atan, bir bayan/erkek modeli oluştu. Siz buna elitist/kapitalist Müslüman tipolojisi diyebilirsiniz.

Sadece elit muhafazakarlar dava bilincini kaybetmedi. Orta sınıf ise tabiri caiz ise memur oldu. Evden işe bir hayat... Diyeceksiniz ki yaşımızı başımızı aldık biraz da gençler çalışsın.. Ona da eyvallah ama siz benden daha iyi bilirsiniz ki gençler çalışmaz; çalıştırılır... Hedef gösterin gençlere, dağları delsinler... Peki hedef gösteriyor musunuz? Hayır. Bir gencin önüne konulacak hedef sandık olamaz. HDP (vazgeçtiği/hatta hakaret ettiği halde) Kürt gençlerine hala Kürdistan diyor...

CHP’nin hedefi Mustafa Kemal’in ülküsüdür... Peki muhafazakar/İslamcıların hedefi neydi?

Hedef iktidar olmak mıydı? Hedefe vardık mı yani. “Bak işte devlet artık Müslümanlara karışmıyor, başörtüsü serbest, Kur’an Kursları var... Ooo maşşallah her şey çok güzel!”

Zahiren bu cümleler doğru ama mana gözlüğü ile bakarsanız korkunç bir yanlıştır bu... Müslüman devlete değil; rıza’ya kilitlenir. Bir gencin daha elinden tutmak, bir kardeşimi daha şeytanın pençelerinden kurtarmaktır dava...

Sanırım muhafazakarlık genel manada bunu yani hedefi kaybetti. Seçimler vesilesi ile bunu arayıp bulur mu? Bilemem ama neyi kaybettiğini bilmeyen bir kişinin doğru şeyi bulması mümkün mü?

Önce kaybettiğin şeyin ne olduğunu bileceksin. Seçim mi yoksa bilinç mi?