Bugün köşemi Doğu Guta` ya ayıracağım.

Ben yazmayacağım. Orada doktorluk yapan Doktor Housam Adnan`a ve mesajına bırakacağım sözü…

“Yirmi yıldan uzun süredir neşterim arkadaşım oldu. Ben işimi yaparken, sessizce parmaklarımın arasında sessizce oynardı. Her günün sonunda ona fısıldarım: Çok iyi iş çıkardın, birlikte çok hayat kurtardık. Fakat şimdi her şey değişti. Geçende neşterim eskiden kullandığım gibi değildi. Parmaklarım onu idare edemiyor artık. Sanki ruhumun bir parçası içine kaçmıştı. Artık şahit olduğu yaralara tahammül edemez oldu. Uzuvları kopmuş, gözünü, yüzünü kaybetmiş çocuklar…

***

Bugün vatanımızın enkazı altından bana bir anne getirdiler. Yedi aylık hamile, yanında da iki küçük çocuğu… Size bu çocukların gözlerinde tüm dünyanın ıstırabı birikmiş desem yeterince tarif etmiş olamam.

İlk çocuğun sağ ayağı yok ve kolu kırık. Diğer çocuk bir gözünü kaybetmiş ve göğsüne bir şarapnel saplanmış. Anneleri ise ölümle cebelleşiyor. Şarapnel o incecik bedeninin tümünü parçalamış, son nefesine şahit olmamız için elimize gelmiş.

Bu aileyi tek bir çarşaf içinde getirdiler bana. Sedyelerimiz yok artık, onları yatak olarak kullanıyoruz. Çünkü yatakların hepsi dolu.

Yalvarıyorum size… Benim gördüklerimi gözünüzde bir canlandırın. Sadece bir anlığına bu sahneyi canlandırın ve yırtık pırtık olmuş bu dört canı bir kerede taşıyan bu çarşafı: Anneyi, karnındaki bebeği ve yanındaki iki çocuğunu. Meslektaşlarımdan biri kulağıma fısıldadı: Belki bebeğini kurtarabiliriz. Yere oturdum, başım öne eğildi ve düşündüm…

“Onu kurtaralım mı yoksa annesiyle birlikte mutlu bir şekilde, bu dünyanın çirkinliğini görmeden gitmesine izin mi verelim…

Bırakayım da annesiyle gitsin…

Hayır… Hayır…

Benim vazifem onu kurtarmak. Etrafıma bir baktım. O annenin parçalanmış yavruları…

Bedenini terk eden ruhu… Uçakların ve patlayan varil bombalarının sesi… Çocukların yürek yakan ağlamaları… Ve kulağıma fısıldayan arkadaşım: Neyi bekliyorsun, hadi ama… Çıkarmamız gereken bir hayat var… Bir neşterime baktım, bir arkadaşıma… Hangi hayata çıkaracaksın onu? Varil bombalarının, ateşlerin ve hüsranın hayatına mı? Onu kim emzirecek? Bezini kim değiştirecek? Kim sallayacak? Ağlamasını kim duyacak? Evet; onu terk etmeyen bir Allah`ı var, ama ben ve neşterim artık düşünmekten bile aciz bir duruma düştük… Arkadaşımın sesi bu düşlerimden uyandırdı beni…“(Annenin) Kalbi durdu”

Anne ölse bile çocuğu çıkartacağım… Ve hayatımda ilk defa yapamadım… Neşterim beni durdurdu. Onu masaya bıraktım ve sessizce çıktım gittim. Arkadaşım gözyaşları içinde bana şaşkınlıkla bakarak işini tamamladı…

***

Dünya, dünyanın liderleri ve kralları… Sizin bu katliamlara sessiz kalışınız yüzbinlerce masum sivile mâl oluyor. Yaptıkları tek şey ise “Şam`da El-Guta” isimli bir beldede olmaları…  Sizden Guta`yı kurtarmanızı istemeyeceğim. Ama insanlığınızı kurtarın! Kendi insanlarınızı kurtarın… Çocuklarınızı… Ve bilin ki şehit annesinin karnından çıkan bu bebek sizin sorumluluğunuzda! Doyurun onu, sıcak tutun, ona düzgün bir hayat yaşama hakkını verin! Ölüm varilli gök canavarlarını durdurun!”