Rabbimiz Zülcelal bizim Hâlık’ımız ve Sanî’imiz olduğu için bizi en mükemmel şekilde tanıtan; özelliklerimizi, zaaflarımızı bildirip uyaran da O’dur. Bu da kendimizi ve kâinatı doğru bir şekilde okuyup tanımamız için Kur’an’ın rehberliğine ihtiyacımız olduğunu gösterir.
Kur’an’ın bildirdiği zaaflarımızdan bir tanesi de peşinci ve çabuk elde edilene talip olduğumuz gerçeğidir. Bu durum Kıyamet suresi 20. ayette şöyle beyan buyurulur: “Hayır hayır! Siz peşin olan dünya hayatını ve onun nimetlerini çok seviyorsunuz.” Yani az ve geçici dahi olsa insan hemen elde edeceği şeyleri tercih ediyor. Ahireti, hesabı, cenneti ve onun sonsuz nimetlerini çok uzak gördüğü için onlara sahip olmak için genellikle çok da heveskâr davranmıyor. Elinin ulaştığı, gözünün gördüğü nimetlere adeta taparcasına bağlanıyor ve elde edebilmek için tüm ömrünü harcayabiliyor.
Allah’ın razı olduğu salih amel işlemenin nefse ağır gelmesi, bu amellerin karşılığını alacağı vakti uzak görmesindendir. Aynı durum günahtan kaçınmamak için de geçerlidir. İnsan hesabı uzak görme yanılgısı içerisindedir daima. Hal böyle olunca salih amel işleyenlerin ve hak için çalışanların sayısı da az oluyor.
Her şeyin maddeye indirgenip mananın öksüz bırakıldığı çağımızda yapılan her iş ve amelin, söylenen her sözün, kısacası her davranışın nakit ya da maddi kazanç olarak kişiye dönmesi lazımmış gibi bir algı oluşturulmuş durumda.
Bu anlayışa göre bir iş ne kadar faydalı olursa olsun eğer nakite dönüşmüyorsa o işin bir değeri ve manası yoktur. Bu anlayış toplumda hızla yayılıyor. Bu algının yayılması nedeniyle Allah’ın davası ve dini için yapılacak iş ve amellerde gevşeklik ve isteksizlik oluyor. En basitinden: Eğer bir kişi sertifika alabileceği bir kursa yazılmışsa o kursun gerekliliğini öyle kanıksar ve çevresine kanıksattırır ki insanlar o kişinin kurs saatine saygı gösterir ve o saatler içerisinde onu asla rahatsız etmez ve görüşme talep etmezler. Aynı şekilde bir iş yerinde çalışıyorsa durum daha da ciddidir. Yakın ve uzak tüm çevresi onun çalışma saatine göre kendilerini ayarlar. Mesela o kişi iş yerindeyken akraba veya arkadaşları pat diye evine ziyarete gelmezler. Gitmek istediklerinde evde olduğu tatil günlerinde ve müsait olduğunda giderler. Çünkü aksatılan iş veya kursun bedeli ya maaştan ve işten olma ya da belgeyi alamamaktır. Bu tür zarara da kimse katlanamaz.
Bu hassasiyet maalesef Allah için yapılan amellerde gösterilmiyor çoğu zaman. “Bu gün de gitme, başkası senin yerine gitsin, hep sen mi yapacaksın, kimse yok mu ki, her gün gidilir mi, bıkmıyor musun?” tarzı söylemler Allah için yapılan amellerin “ertelenmesi” gereken ya da “önemsiz” bir işmiş gibi bir algıdan kaynaklanıyor. Kişinin meşguliyeti ve evde olmadığı zamana bakılmaksızın aniden misafir gelebiliyor. Gelen misafir de kişinin işini ertelemesi ve iptal etmesi gerektiğine inanır ve bu yönde telkinat yapar.
Sorumluluk alanı geniş olan kişilerin plansız gelen misafir sebebiyle işlerini ertelemesi birçok önemli faaliyetin sekteye uğramasına neden olur. Bu durum sıklıkla yaşanan bir şeydir. Bu konuda herkesin bir öz eleştiri yapmaya ihtiyacı vardır.
Acaba ben çevreme yaptığım iş ve meşguliyeti söylüyor muyum?
Söylerken önemini yeterince vurguluyor muyum?
Yaptığım işin mutlak manada yapmam gerektiğini çevreme algılatabilmiş miyim?
Ben gitmediğimde ya da yapmadığımda işimi başkalarına transfer etme lüksüne sahip değilim anlayışını oturtabilmiş miyim?
Yosa çıkan engeller ve pürüzler benim için bir bahane ve nefsimin hoşuna mı gidiyor?
Bazı kişileri tenzih ederek belirtelim ki; maalesef birçok engel, bizim nefsimizin engelidir. Allah’ın rızasını kazanmanın ve kurtuluşun tek yolu salih ameldir. Kurtuluşumuz için bu amellere ihtiyacımız var.
Bu bir ticarettir. Akıllı olanlar, yatırımı en sağlam ve risksiz ticarete yatırır. Müslüman kişi uzun vadede çalışıp ücretini hemen alamasa da iman eder ki her amelin karşılığı muhakkak vardır. Rabbimiz Necm suresi 39/41 ayetlerinde buyuruyor ki: “İnsanlar için ancak amellerinin karşılığı vardır. Ona çabalarının karşılığı gösterilecektir. Tam tamamına da karşılığı verilecektir.”
Bu konuda eğer iman eksikliğimiz varsa takviye etmeye çalışmak lazım. Eğer bir zafiyetimiz varsa onu telafi etmeye gayret etmeli. Yani hizmet sahasındaki kişinin kendini ve çevresini yavaş yavaş bu konuda işlemesi elzemdir.
Bu konuda bazı kişilerin yıllardır yılmadan çevresine hizmetin gerekliliği ve çalışmalarının vazgeçilmez olduğunu kanıksattırmaya çalıştığını da takdir ile görüyoruz. Hizmetinden asla vazgeçmeyen fakat yine de ailenin tenkitlerinden kurtulamasalar da yollarına devam ederler sebatla. Gerçekte Allah’ın memuru ve işçisi olan fakat toplumun çoğunlukla farkında olmadığı gizli kahramanlardır onlar.
Selam olsun her türlü tenkit ve acı sözlere rağmen bu kutlu memuriyeti sebatla devam ettirenlere! Takdir edilmek ve desteklenmek şöyle dursun, engel çıkmasın diye her türlü fedakarlığa göğüs geren neferlere selam olsun.
Hayat düzenini başkalarını memnun etmek üzerine kuranların aksine tüm hayat felsefesi hizmet ve dava olan görünmez kahramanlardır onlar. İşi ertelemek, başkalarına postalamak diye bir şey yoktur hayatlarında. Çünkü onlar hayırda yarışanlardır. Peşin ve ucuz olana değil en sağlam ve değerli yere yatırım yapanlardır. Ne takdir ve desteği ne de ay başında maaşı vardır, lakin onun derdi toplumun kurtuluşudur ve sermayesi Rıza-ı İlahidir.